Güvercin ve Güvercinci

30 Eylül 2007 Pazar

Güvercin ve Kuşlarda Renkler



Güvercinler de de tüm kuşlarda olduğu gibi tüyler renk ve desen itibarıyla çok çeşitlidir.
En parlak ve en göz alıcı renklerin birçoğu boyalar tarafından değil, tüylerin bazı renkleri yansıtan, bazılarını ise yansıtmayan mikroskopik yapısı tarafından vücuda getirilmektedir. Meselâ, parlak mavi tüyleri dövülüp toz haline getirilince mavi renklerini kaybederler. Tüyde mavi boya yoktur, tüyün yapısı bozulunca renk de yok olur.
Kahverengi çizgili veya lekeli olan bazı kuşlar, üzerinde yaşadıkları tarlalara ve orman zeminlerine mükemmelen uyarlar. Başka türler, flört zamanında esas olan gösteriş işine uygun parlak ve süslü tüylere bürünmüş olurlar. Fakat çiftleşme mevsimi sona erer ermez bu çok parlak tüylerin yeri daha az göz alıcı olanlar tarafından alınır.
Sülün gibi bazı kuşlarda erkeklerin parlak renkli olmasına karşılık, dişiler kamuflajlıdır. Dişi yumurtaların üzerinde kuluçkaya oturduğu, ya da civcivleriyle meşgul bulunduğu zaman böylelikle daha emniyette olur. Erkek sülün sırf parlak renkleri sebebiyle bir tilkinin veya başka bir düşmanın pençesine düşebilir, fakat bu tür çok eşli olduğuna göre, erkeklerin dişiler kadar çok sayıda olmasına lüzum yoktur. Parlak renkli kuşlar çoğunlukla tropikal ormanlarda yaşarlar. Buralardaki ağaçların geniş gölgeleri onları gözden gizler. Kuşlar bu emniyetli köşelerden ancak çiftleşme zamanının gösterişi ve dansları için kısa sürelerle çıkarlar.
Erkek kuşların, dişilere kendilerini beğendirmek için baş vurdukları biricik usul, tüylerini göz önüne sermek değildir. Ötüşün eşi cezbetmek ve başka erkek kuşları tehdit etmek gibi çift görevi vardır. Her erkek kuş, öteceği ve eşiyle birlikte kalarak yuva yapacağı küçük bir alan tayin eder. Bazı kuşlarda erkekle dişi yuvayı beraber yapar ve yumurtalarla yavrulara gene beraber bakarlar. Ormantavuğugiller gibi başka kuşlarda aksine, yumurtalar bir kere yumurtlandıktan sonra erkek kuş bir daha eşiyle ilgilenmez.
Bilginler, kuşların ayağına halka takmak suretiyle, kuşların eşle' rine fazla bir bağlılıkları olmadığını keşfetmişlerdir. Çit, kuşları, her biri başka bir eşten olmak üzere bir yaz içinde üç kere kuluçka çıkarırlar. Buna karşılık kartalgiller her yıl aynı yuvadan yararlandıkları gibi, çok kere aynı çift birbirine bağlı kalır. Bununla beraber bağlılığın eşten ziyade yuvanın yerine olması ihtimali de vardır. Taraflardan biri ötekinden önce güneyden dönecek olursa, bir yıl önceki eşinin dönüşünden evvel kendine başka bir eş seçebilir. Yaban kazları, kumrular ve tek tük başka kuşlar eşlerine bağlanırlar. Eşlerden biri kaybolacak olursa, öteki epey bir zaman başka bir eş almaya yanaşmayabilir.

29 Eylül 2007 Cumartesi

Kuşlarda ve Güvercinlerde Görme, İşitme,Koku Alma Duyuları

Kuşların gözleri çok keskindir. Meselâ sinekkapangiller epey uzaktaki bir böceği görüp havada yakalayabilirler? Kuşların çoğunluğunda gözler başın yanlarında yer alır, bundan ötürü de bir cisme tek gözle bakmak zorundadırlar. Bununla beraber baykuşların gözleri yüzlerinin ortasında olduğundan, bu kuşlar her iki gözlerini de bir cismin üzerine dikebilirler. Baykuşların ve başka gece kuşlarının, alacakaranlıkta veya ay ışığında görmelerine yardım eden çok iri gözleri vardır. Bu kuşlar parlak güneş ışığından hoşlanmazlarsa da, gün ışığında göremedikleri doğru değildir.
Baykuşlar geceleyin oldukça iyi görürlerse de, harikulade işitme duyguları avlarını yakalamalarında büyük rol oynar. Hiç bir şey göremeyecekleri tamamıyla karanlık bir odaya salman baykuşlar, yerde koşuşmalarını duydukları sıçanları yakalayabilirler. Gündüz kuşlarının da işitme duygusu kuvvetli ise de, onlar bundan düşmanlarından kaçmakta yararlanırlar. Kulak deliklerinin genellikle oldukça ufak olması ve baş tüylerinin altında gizli bulunması, kuşların işitme duygusuna pek tesir etmez.

Kuşların koku alma hassası iyi gelişmiştir, birçok kuşlarda ise bu duygu hiç yoktur. Bununla beraber, Avustralya'nın garip kivisi'nin, solucanların ve sevdiği başka bazı yiyeceklerin kokusunu alabildiğine dair elde bazı deliller vardır. Akbabaların da leşlerin kokusunu alıp almadıkları uzun zaman tartışma konusu olmuştu.
Güvercinlerde Biolojik Pusula:

Amerikalı araştırıcılardan Walcott ilk olarak bazı deneyler yaptılar ve güvercinlere küçük mıknatıslar takınca kuşların yönlerini tamamen şaşırdığını gördüler. Araştırmalar neticesinde göçmen kuşların boyun kısımlarında ferromanyetik taneciklerin bulunduğu ve arzın manyetik alanına göre hassasiyet gösterdikleri keşfedildi. Şimdiye kadar tetkik edilebilen göçmen kuşların kafa yapısında bulunan taneciklerin demir açısından zengin bir mineral olan manyetit (Fe3O4) olduğu anlaşıldı.

Bu tabii pusulalarından göç esnasında azami derecede istifade ederler. Dünyanın manyetik alanının kuvvet çizgilerine göre kendi durumlarını tesbit ederek doğru yönü bulurlar. Kafalarının içindeki bu pusulaları sayesinde kapalı havalarda da yollarını bulurlar. Bulutlu bir günde bile yönlerini şaşırmazlar. Fakat başlarına kuvvetli bir mıknatıs bağlanınca bulutlu günde güvercinler yollarını tamamen kaybederler. Çünkü takılan mıknatısın oluşturduğu suni alan, tabii manyetik alanı değiştirir. Onlara evlerini bulduracak hiçbir ipucu bırakmaz.

Güvercinlerin boyun kısmında pusula vazifesi gören manyetit adlı maden zerreciklerinin keşfinden sonra, kuşların yönlerini koku alarak da bulabildikleri ortaya çıkarılmıştır.

Koku Alma Koordinat Şebekesi:

Posta güvercinleri doğru rota bulmaya yarayan bir koku alma organına sahiptirler; koku alma organlarını yuvalarına dönüşte kullanmakta ve atmosferde her tarafa dağılmış zerreler halindeki maddecikler, güvercinlerin koku alma koordinat şebekesinin muhtemelen temelini teşkil etmektedir. Max Planck Enstitüsünün Seewiesen'deki davranış psikolojisi bilginleri bunu böyle tahmin etmektedir.

Koku alma duyusu asgari 700 km'ye kadar olan mesafelerde yön bulma için vazgeçilmez bir vasıtadır. Kuşlar herhalde havadaki zerrecikleri algılamakta, bunlar yardımıyla yabancı bölgelerde mevki tayini yapmaktadırlar. Bunun için hangi maddelerin sözkonusu olduğu şu ana kadar tesbit edilememiştir.

Daha 30 sene önce, posta güvercinlerinin de diğer göçmen kuşlar gibi güneşi pusula olarak kullanabildikleri ispatlanmıştı. Daha sonra yerin manyetik alanının da aynı şekilde kendilerine yön belirleyici olarak hizmet ettiği tesbit edilmişti. Bununla beraber koku alma koordinat şebekesinin varlığı anlaşılmadan önce, posta güvercinlerinin yüzlerce kilometre uzaklıktaki yuvalarını nasıl bulabildikleri ikna edici bir şekilde izah edilememekteydi.

Pusula kullanmak isteyenin haritaya da ihtiyaç duyacağı ilim adamlarının tebliğinde yer almaktadır. Bu haritanın güvercinlerin koku alma organı ile bağlantılı olması gerektiğine Pizalı araştırıcılar dikkat çekmişlerdi. Çünkü, koku alma duyuları ortadan kaldırılmış güvercinler yuvalarını artık bulamamaktaydı. Kuşlar çok iyi hava tahmincileridir. Havadaki çok hafif barometrik basınç değişimini fark edebilirler. Fırtına çıkacağını önceden keşfederler. Keskin bir görme gücüne sahiptirler. Deneyler güvercinlerin polarize ve ultraviole ışınları da gördüklerini ortaya çıkardı. Bu ışıklardan denizlerden uçarken faydalanırlar. Ayrıca, frekansı çok düşük uzun dalga alt sesleri de duyarlar. İnsan kulağı saniyede 10-20 titreşimin altındaki sesleri duyamaz. Kuşlar ise çok daha düşük sesleri işitebilirler. Bunun sayesinde göç eden bir kuş kendisinden çok uzakta patlayan bir fırtınayı veya 1000 km uzaktaki gök gürültüsünü işitebilmektedir. Binlerce kilometre ötedeki atmosfer basıncı değişikliklerinin meydana getirdiği çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgaları fark edebilmektedir. Kuşlar insanlardan çok daha geniş bir dünyayı görür, duyar ve hissederler.

Milyonlarca göçmen kuşun uzun mesafeler katederek yaptığı yolculuk insanlar için hayati değer taşır. Kuşlar zararlı böceklerin baş düşmanıdır. Karaların çoğunun bulunduğu kuzey bölgelerine göç etmeselerdi ve yılın dörtte üçünü burada geçirmeselerdi, haşereler buralarda muazzam bir bitki katliamı yapardı. Baharda milyonlarca böcek, bitkiler üzerine yumurta bırakır. Bunlardan çıkan tırtıllar, kuşlar tarafından yenilerek kontrol altında tutulur. Çeşitli kurt, böcek ve çekirge yumurtalarını yiyerek mutlak bir kıtlığın önüne geçerler.

Manyetik alanı hissedebilen hayvanların listesi günden güne artmaktadır. Manyetik bakteriler, arılar, güvercinlerden sonra en çok incelenen canlılardır. Manyetit, arıların karınlarının ön kısmında yer alan denge organının yakınında bulunur. Aynı maddenin varlığı yunusların kafasında da keşfedildi. Araştırmalar, köpekbalıklarının da dünyanın manyetik alanındaki değişimleri hissedebildiğini ortaya çıkardı.

-

Değişik güvercin türleri, beyinlerinde farklı büyüklüklerde koku alma bölgeleri ve soğancıklarına sahiptirler. Bununla birlikte laboratuarda yapılan deneylerde, her kuşun kokulara belirli bir tepki gösterdiği belirlenmiştir. Uzun mesafelerden bırakıldıkları halde kümeslerine dönen güvercinler görme duyularıyla birlikte koku duyularını da kullanırlar. Burun delikleri tıkanarak koku almaları engellenen güvercinlerin yuvalarına dönmekte başarısız oldukları defalarca kanıtlanmıştır. Güvercinlerin yuvalarına yakın çevrelerde ağırlıklı olarak görsel işaretleri, aşina olmadıkları ortamlarda ise daha ziyade rüzgarların taşıdığı kokuları değerlendirdikleri düşünülmektedir.

28 Eylül 2007 Cuma

Güvercinlere pirinç atılması yasaklanıyor

İtalya'da düğünlerde gelin ve damadın kafasına, havaya pirinç atmakı, bereket getirmesi temennisi ile evlilik törenlerde uygulanan bir adet.

Şehrin birçok bölgesinde güvercinleri beslemek yasaklanırken şimdi de Venedik Belediye Başkanı Massimı Cacciari, şehirdeki güvercin nüfusunun azaltılması için düğünlerin ardından güvercinlere pirinç atılması geleneğini yasaklamayı düşünüyor.

Venedik Belediyesi güvercinlerin şehirdeki beslenme kaynaklarını azaltarak onları şehir dışına çıkartmaya çalışıyor. Ancak bu yöntem henüz bir sonuç vermemiş durumda.

Venedik belediyesi güvercin dışkılarını temizlemek için yılda hayvan başına 14 dolar harcanıyor.

Geleneksel olarak yeni evli çiftlerin üzerine, refah ve bereket getirmesi için pirinç atılıyor.

Ancak bu geleneğin yan etkisi, istenmeyen bazı misafirleri, yani güvercinleri de çekmesi.

Venedik valisi, kentte artan güvercin nüfusunun önüne geçmek için bu geleneği yasaklamayı düşünüyor.

Venedik'teki düğünler her türden meraklıyı çeker.

Ama bu meraklıların arasında sabırla gelin ve damatı bekleyenler genelde güvercinler olur. Yüzlercesi sıralanır.

Önsezileri güçlü olanlar düğünlerin sadece bir kutlama olmaktan öte, bereketli bir yiyecek kaynağı olduğunu anlarlar.

Doğum kontrol hapı da çare olmadı.

Kentte her yıl binlerce düğün yapılıyor ve bol miktarda pirinç yerlere saçılıyor.

Venedik'te artan güvercin nüfusunu azaltmak için yemlerine doğum kontrol ilaçları konulması girişimi de çok başarılı olamadı.

Çünkü güvercinler yerlerde o kadar yiyecek ve özellikle pirinç varken, ne yiyeceklerine kendileri karar veriyor.

Şu anda şehrin tarihi merkezinde 40 bin kadar güvercin bulunuyor.

Nüfuslarının geçen yıla göre yüzde 24 arttığı belirtiliyor.

Belediye için de güvercinlerin varlığı büyük bir maliyet anlamına geliyor.

Heykellerin üzerine biriken güvercin dışkılarını temizlemek için her yıl güvercin başına 14 dolar harcanıyor.

Güvercinlerin beslenmesi şehrin bir çok yerinde yasaklandı.

Ancak bu yasağa Aziz Mark meydanındaki 18 yem satıcısı güçlü bir direniş gösteriyor.

Her yıl güvercinlerle resim çektirmek isteyen turistlere binlerce ton tahıl satıyorlar çünkü.

Ama bu da çok uzun sürmeyecek. Zira belediye başkanı yem satıcılarından işlerini bir yere taşımalarını istedi.

Aksi takdirde tazminat da alamadan yerlerinden atılacaklar.

Yani bir başka deyişle Venedik'te güvercinler ve güvercin severler için işler çok daha zorlu olacak artık.

Kuşlar ve Güvercinler Ne Yer ?





Kuşlar o kadar hareketli bir hayat sürerler ki çok fazla yemeleri gerektir. Yenilen, yiyecek kuşun türüne göre değişir. Tavuklarla horozlar gevşek toprağı güçlü ayaklarıyla eşeleyerek açığa çıkardıkları böceklerle tohumları gagalarıyla toplarlar. Ördekler, yassı gagalarından yaralanarak, midye veya su bitkisi tohumları peşinde bataklık çamurlarıyla kumlan elerler. Atmacalarla baykuşlar sıçanları kavisli pençeleriyle yakalar, sonra avlarını parçalamak için kancalı gagalarından faydalanırlar. Balıkçıl kuşları sığ göl kıyılarında dolaşarak, sivri gagalarının şimşek hızındaki bir darbesiyle kurbağaları ve balıklan mızraklarlar. Kırlangıçlar yorgunluk bilmeden uçuşur durur, bu arada enli ve kısa gagalarıyla küçük böcekleri yakalarlar. Parmak araları perdeli, güçlü ayaklan tarafından güdülen dalgıç kuşuna benzerler, balık peşinde suyun derinlerine dalarlar. Ağaçkakanlar Ölü ağaçların içinde kendilerine tünel açarak tahtayı kemiren kurtlarla karıncaları ararlar. Papağanlarla bazı ispinoz türleri sert meyvalarla tohumları güçlü gagalarıyla ezerek içini yerler. Akbabalar göğün yükseklerinde uçarken keskin gözleriyle yerde leş veya çöp araştırırlar. Bunlar, yiyecek bulmak için kuşların baş vurdukları tekniklerin birkaç tanesidir.
Kuşların vücut ısısının yüksek olduğunu, uçarken ya da başka faaliyetlerinde bol enerji tükettiklerini gördük. Bundan ötürü bol yiyeceğe ihtiyaçları vardır ve bunları çabuk sindirmek zorundadırlar. Kuş midesinin katı, taşlık veya konse denilen kısmının kalın ve kaslı cidarları, kuvvetli ve sert bir astarı vardır. Kuşun yedikleri barsaklara geçmeden önce burada parçalanır ve ezilir. Katıda, genel olarak kuş tarafından yutulan ve tahıl tanesi gibi sert yiyeceklerin öğütülmesine yardım eden kum ve çakıl gibi maddeler bulunur. Birçok kuşların yutaklarında kursak denilen genişlemiş bir bölge vardır. Katıda yer açılıncaya kadar yediklerini burada tutarlar.

27 Eylül 2007 Perşembe

Kuşlar ve İnsan


İnsanlar birçok kuşların yok olmasından sorumludur. Bu işi yalnız kuşları öldürmek suretiyle yapmamış, şehirlerin ve endüstrinin yayılması da aynı tesiri göstermiştir. Halbuki kuşların insanlara sayısız faydaları vardır. Evcil hindilerin, güvercinlerin, ördeklerin, kazların ve özellikle horozlarla tavukların sonsuz değerini bilmeyen yoktur. Yaban kuşlarının da büyük ekonomik değeri vardır. Dünyanın hemen her yerinde bol sayıda su tavuğu, sülün, ormantavuğu, keklik ve başka türler yiyecek olarak kullanılmak üzere vurulmakta ya da ağlarla yakalanmaktadır.
Ekonomik kaygular bir yana, bazı kimseler de spor ve eğlence olarak avlanmayı severler. Yaban kuşlarının yumurtaları çok kere yiyecek olarak toplanır. Norveç'te, bazı yaban ördeklerinin yuvalarını astarlamakta yararlandıkları ince tüylerden nefis yastıklar ve yorganlar yapılır.
Kuşların insanlara başka faydaları vardır. Meselâ Çinliler karasağarun yuvalarındaki katılaşmış tükürükten çorba pişirirler. Kuşların tüyleri terzilikte süs olarak, balıkçılıkta ise bazı oltaların ucuna takılmakta kullanılır. Hatta bazı türler tüyleri için o kadar amansızca avlanmıştır ki, soylarının tükenmesini önlemek üzere özel kanun çıkarılması gerekmiştir.
Ekonomik bakımdan dünyanın en değerli kuşu Peru karabatağı'dır. Bunun guano denilen gübresi, normal gübrelerden otuz kat tesirlidir. İnkaların zamanında dahi faydaları bilinen guano'nun ihracı her yıl milyonlarca dolarlık bir gelir sağlar.
Kuşlar çok sayıda zararlı böcek ve yabani ot tohumu yemek suretiyle de insanlara hizmet ederler. Tabiî arada bazı kuşların, insanoğlunun kendi ihtiyaçları için diktiği meyvalara ve ekinlere de zarar verdikleri olmaktadır. Fakat kuşların faydalarının zararlarından çok daha ağır bastığını söyleyebiliriz.
Kuşların parlak renklerinin, şen tavırlarının ve tatlı kuş ötüşlerinin bîze verdiği zevki de yabana atmamak gerekir. Bu zevklerden sevgili bir kanaryası olan ev kadını kadar, ilk cennet kuşunu gören tabiat bilgini de faydalanır. Tabiat bilginlerinden Roy Chapman Andrews bundan ötürü kuşları «tabiatın güzelliğinin, neşesinin ve hürriyetin en canlı ifadesi» olarak tarif etmişti.

Bi Türlü Beceremiyorlar.

Bu senenin (mart-nisan) ilk yavrularından bir çift arap ön tepe mardinim var. Biri dişi biri erkek, kardeşler. Aldığımda yavru kızmasıydılar, ilk ben uçurdum. Şu anda 2-3 gün peş peşe uçurursam 3 saat inmeden, sürekli dama gelip çekerek ve nokta olarak uçuyorlar. Uzun zaman (3-5 gün) uçurmadığım zaman oyundan takla atmaktan doğru dürüst uçamıyorlar, saçmalıyorlar, inemiyorlar vs.) Anlayacağınız mükemmel kuşlar.
Ama bi dertleri var. Hala yumurtlayamadılar. Çiftleştiklerini düşünüyorlar, erkek üste ayakları ile çıkıyor 1 saniye sonra iniyor ve iki birlikte sevinç turları atıyorlar. Görebildiğim kadarıyla bir çiftleşme olmuyor. (Diğer çiftlerle karşılaştırıyorum).
Acaba bu kuşlar daha acami mi ?. Bu işi zamanla mı öğrenecekler bilmiyorum. Bu iş öğretilir mi fikrim yok. Arkadaşım, çok uçuyorlarsa yumurtlamazlar dedi doğru mudur ?.
Zaman gösterecek.

Yavaş yavaş inanmaya başladım, çabuk yavru almak istiyorsanız eşlerden biri mutlaka tecrübeli olacak :). Çömezler zorlanıyor.

Kuşlar ve Güvercinler Günümüze Nasıl Geldi ?

Fenbilimi adamları, fosillerin incelenmesi suretiyle, kuşların sürüngenlerin soyundan geldiğini meydana çıkarmışlardır. Memeliler için de aynı şey söylenebilir, fakat bu iki sıcak kanlı grup ayrı sürüngen gruplarından geliştiğine göre, ortak menşelerine rağmen, o kadar yakın akraba değillerdir. Kuşlar insanlara kıyasla daha ziyade sürüngenimsi kalmışlardır. Bütün kuşlar yumurtlar, halbuki memelilerden sadece iki, üç ilkel tür yumurtlar. (Bunların en iyi bilineni ise Avustralya ornitorenki'dir.
Paleontologlar, yani geçmiş jeolojik çağların fosillerini inceleyen fen adamları, sürüngenlerle kuşların arasındaki «kayıp halkayı» Almanya'nın Bavyera bölgesinde keşfetmişlerdir. Bu yaratığın izlerine, bundan 125 milyon yıl önceki Jüra Devri'nden kalmış, fosil yataklarında rastlamışlardı. Fosil kuşların en eskisi olduğu için buna «Arkeopteriks» yani «eski kanatlı» adım vermişlerdi.


Arkeopteriks'in tüyleri vardı, uçabiliyordu da. Fakat tüyleri kayanın içinde iz bırakmış olmasa, fen adamları onun kuş olduğunu anlamayacaklardı, zira çok sayıda dişleri, kanatlarının ucunda pençeleri ve sürüngenimsi bir kafatası vardı. Halbuki günümüzdeki kuşlarda dişlerin yokluğu birçok atasözierine konu olmuştur. Kanatlarındaki iyice gelişmiş pençeler, arkeopteriks'in o çağlardaki sık tropikal bitki örtüsünün arasında kendine yol açmasına yarıyordu. Bu kuşun başka bir ilginç özelliği de kertenkeleninkine benzer uzun kuyruğu idi. Bu kuyrukta yirmi kadar omur, her bir omurun ise bir çift uzun kuyruk tüyü vardı.
Arkeopteriks, kuşlardan başka memelilerin de sahnede belirerek dev yapılı, lâkin kıt zekâlı dinozor'larla akrabalarının egemenliğine meydan okumaya başladıkları «sürüngenler devri» nde yaşıyordu. Bunun arkasından gelen Tebeşir Devri'nde dinozorlar büsbütün irileştiler, fakat aynı çağın sonlarına doğru gerek onlar, gerekse birçok başka sürüngen grupları tamamıyla yok olarak, yerlerini kuşlarla memelilere bırakmış bulunuyorlardı.
Bu tebeşir Devri kuşlarının kuyruk kemikleri devrimiz kuşlarındaki gibi kısa ve tek bir kitle halinde belirmiş bulunuyordu, fakat ataları gibi gerçek dişleri vardı. Bu devrin kuşlarından, yüzmekte ve dalmakta usta «Hesperornis» yani «batı kuşu» üzerinde durulmaya değer.
Bu yaratık, Yale Üniversitesi profesörlerinden Othniel Marsh tarafından 1870'lerde Birleşik Amerika'nın batı eyaletlerinden Kansas'ta keşfedilmişti. Marsh daha çocukluğunda fosillerle ilgilenirdi, zengin bir dayıdan yüz bin dolar miras yiyince işini gücünü bırakarak fosil avcılığına çıkabilmişti.
Hesperornis'in yaşadığı doksan milyon yıl öncesinde Kansas, uçmakta ve dalmakta usta olan, lâkin uçamayan bu kuşun yaşamasına elverişli bir iç deniz manzarasındaydı. Fosil 150 -152 santim uzunluğundaydı ve doksan dört dişi vardı. Bununla beraber daha eski Arkeopteriks'te rastlanan sürüngenimsi özelliklerin birçoğunu kaybetmişti. .
Tebeşir Devri'nin arkasından, bundan yetmiş milyon yıl önce başlayan ve bugün hâlâ devam eden Üçüncü Zaman veya memeliler, kuşlar ve böcekler devri geldi. Ne çare ki kuşların gelişmesi hakkındaki bilgimiz memelilerinki gibi tam değildir. Memeli fosillerinin bol olmasına karşılık, uçma kabiliyetleri yüzünden ve hafif ve boş kemik yapıları sebebiyle fosil yataklarında kuşlar enderdir.
Fakat bilinen bir şey varsa, Üçüncü Zaman'ın başlarında ve hemen sonra kuşlar dişlerim kaybetmişler ve şimdiki kuşlarımızdan pek farklı olmayan türler görülmeye başlanmıştır.

Su Tavukları.

26 Eylül 2007 Çarşamba

Kara Ayaklı Avcı Gelincik (Güvercin Düşmanları)

Kara Ayaklı Avcı Gelincik (Mustela nigripes): İrilik ve görünüş bakımından avcı gelincik'le kokulu gelincik'e benzemekle beraber, aslında bambaşka bir hayvandır. Bu kara ayaklı ve koyu sarı renkli iri gelincik Birleşik Amerika' nın bozkırlık bölgelerinde yaşar. Fakat soyu tükenmek yolundadır.

Ağaç Sansarı (güvercin düşmanları)



Gerçek Ağaç Sansarı ile samur (Martes), bütün etoburların arasında en güzel ve en ince tüylü kürklerin sahipleridirler. Bu kürk, çinçilya'ınnkinden dahi dayanıklıdır. Yumuşak, gür, dolgun ve genellikle zengin bir altın tonlu kahverengidir.
Ağaçların tepelerinin bu kralları güzel hayvanlardır. Başları biçimli, kulakları da oldukça iri ve yuvarlaktır. Boyunlarında sarı bir leke dikkati çeker. Kedi uzunluğundaki vücudun yarısı boyda olan kuyruk, til-kininki kadar tüylüdür.
Ağaç sansarı veya samur (ki bunların isimleri genellikle karıştırılır), Kuzey Yarımküresi'nin sık ormanlarında yaşar. Bu faal ve çevik tırmanıcı bir ağacın tepesine şimşek hızıyla fırlayabilir. Bu bakımdan en hızlı sincapları dahi geride bırakır. Sincaplar bu yarışta geri kalmalarını hayatlarıyla öderler.
Vahşî bir dövüşçü:

Gelincik ailesinin öbür üyeleri gibi pek yırtıcı olan ağaç sansarı bazen kendinden defalarca büyük hayvanlarla dövüşür. Iskoçya'da bir ağaç sansarı'nın bir şevyot koyununa sarıldığı görülmüştür. Koyun, kafası bir kayaya toslamış olarak ölü bulunmuştu. Bu çarpışma esnasında can veren ağaç sansarının ölüsü de koyunun altından çıkmıştı. Koyun, boynundaki bir yaradan ileri gelen kan kaybından ölmüştü.
Fakat bu küçük ağaç sansarı normal olarak kendinden küçük hayvanlarla beslenir. Yiyecek listesinde orman tavuğu sıçan ve tavşan önemli bir yer tutar. Sonbaharda böğürtlenimsi orman yemişleri olgunlaşınca, ağaç sansarı bunlardan da bol bol yiyerek şişmanlar.
Pençeleri ve zekâsı o kadar keskindir ki, ağaç sansarı pek az hayvana yem olur. Yalnız büyük boynuzlu baykuşla vaşağın onu avlamakta başarıya ulaştıkları görülmüştür. Ağaç sansarı, bu hayvanlara yem olmadığı veya avcıların kapanına yakalanmadığı takdirde, on yedi yıl kadar yaşayabilir.


Konfor düşkünü bir hayvan:

Sıcaklık ve konfor düşkünü ağaç sansarı büyük bir ağacın dalında güneşlenmeyi pek sever. Yosunla astarlanmış yuvası, yerin biraz yukarısındaki bir ağaç kovuğunda, bazen de bir yeraltı inindedir. Hayvan sudan nefret ettiği için, yağmurlu günlerde yuvasında kalır ve ayaklarını ıslatmaktansa, aç oturmayı tercih eder. Kış mevsiminde kış uykusuna yatmaz.


Dört küçük kör:

Ağaç sansarları temmuz ve ağustosta çiftleşirler. Çoğu zaman sayıca dört olan yavrular doğana kadar epey zaman geçer. Öyle olduğu halde, yavrular kör ve çıplak olarak dünyaya gelirler. Gözleri beş haftalık oldukları zaman açılır. Baba yavrularıyla ilgilenmez. Anne sonbahara kadar iş başındadır. Yavrular bu vakit anneleriyle babalarına benzemiş ve ağaçların üzerindeki hayata hazır hale gelmiş olurlar.
Ağaç sansarları çiftleşme mevsiminin dışında yalnız yaşar ve yalnız avlanırlar. Sincaplar gibi, onlar da fazla yiyeceklerini gömerler. Bir daldan ötekine atlayarak, bazen de yerde koşarak zavallı sincapları kovalar ve sincap onların giremiyeceği kadar ufak bir deliğe sığmıncaya, ya da boynundan ısırarak ölünceye kadar bu kovalamacaya son vermezler.


Öldürücü bir merak:

Ağaç sansarı insanlardan hoşlanmadığı ve medeniyet ilerledikçe ıssız bölgelere çekildiği halde, insan elinden çıkma kapanlardan kaçınmayı öğrenememişlerdir. Denilebilir ki, Kanada'nın kuzey ormanlarında yakalanması en kolay olan hayvanlardandır. Kapanne kadar meydanda olursa, ağaç sansarı'nın veya samurun yakalanması ihtimali o kadar kuvvetlidir. Bu de her halde hayvanın bir türlü hâkine olamadığı merakından ileri gelir.
Sansar ve samur, kürkünün büyük kıymeti sebebiyle çok avlanır. Çabuk üremediğine ve büyük bir ihtimalle iki yılda bir çiftleştiğine göre, bu gidişle soyunun tükenmes: yakındır. Bugün Kanada'da yılda yirmi bin ağaç sansarı ve samuru avlanmaktadır.

Kaplan Gelincik (Güvercin Düşmanları)



Kaplan Gelincik
(Vormela): Gobi Çölü ve Romanya ile Bulgaristan'ın batısındaki step ülkesinde bulunan gayet süslü bir küçük kokulu gelinciğin yurdudur. Afganlılar, mezarlıklara dadandığını sandıkları için buna «gorkus» veya «mezarcı» derler. 32-33 santim uzunluğundadır, ayrıca 17 -18 santimlik bir kuyruğu vardır. Kötü bir koku çıkarabilir.
Bu hayvanın renk yapısı öbür ge-linciklerinkine benzemez. Kürkü siyaha yakın koyulukta bir kızıl kahrevengidir ve üzerinde yine kızıl kahverengi benekler ve çizgiler bulunur.
Kaplan gelincik, pek az ağacın bulunduğu çöllerin hayvanı olmakla beraber, ağaca kolay tırmanır.

25 Eylül 2007 Salı

Vizon

Vizon (Mustela lutreola) veya (Mustela vison) gelinciğe benzerse de, ondan daha iri ve daha güçlüdür. Gelincikteki uzun ve çevik vücut, kısa bacaklar onda da görülür. Bu hayvan da akrabası kadar yırtıcı ve kana susamıştır.
Bu gelinciğimsi hayvan usta bir balıkçıdır. Akıntılı nehirlerde saatte 3-3,5 kilometre hızla yüzerek kurnaz alabalıkları avlar. Suyun altında misk faresinden daha hızlı yüzer, fakat onun kadar uzaklara ve derinlere gidemez. Ama bu, misk farelerini yakalamasına engel değildir.
Vizon bataklık kuşlarıyla yavru kaplumbağaları da rahatça avlar. Gelincik gibi, farelere, sıçanlara ve tavşanlara düşkündür ve bu hayvanları ormanlarda ve çalıların arasında avlar. Fakat gelinciğin aksine, sırf öldürme zevki için öldürmez.


Vizonun ini:

Vizon özellikle geceleri hareket halinde ise de, günün her hangi bir saatinde ortalıkta görülebilir. Yuvası akar suların yakınlarında, kuru toprak ile derin suyun arasındaki sınırın üzerindedir. Bir tek vizon'un bölgesi buralarda 8 kilometre çapında bir saha kaplayabilir. Hayvanın ini bir ağaç kovuğu, kayaların arasındaki bir oyuk, ya da nehir kıyısında kazılmış bir delik olabilir.
Bu etobur hayvan avını çok kere inine taşır ve orada yer. Vizon'un ini, kurbanlarının kemikleri ve pul-larıyla daima tıklım tıklım doludur. Kara ve su avı verimli olunca, vizon inine bütün bir hafta yetecek kadar ölü balık ve hayvan depo edebilir. Meselâ, bir vizon'un ininde on üç misk faresi ile üç bataklık kuşu bulunmuştu.
Koşu ve oyun meraklısı: Vizon karada gelincik kadar hızlı hareket edemez. Bazen sırtını kamburlaştırarak dörtnala koşar veya sinirli adımlarla hızlı hızlı yürür. Şen zamanlarında oyun olsun diye bayırlardan aşağı kaydığı görülmüştür. Bir keresinde bir vizon'un bir tek
karlı toayırdan arka ankaya sekiz kere kaydığı görülmüştü.


Vizon'un düşmanları:

Fakat vizon' un hayatı yalnız av ve oyun değildir. İri baykuşlar bazen havadan üzerine inmekte, bazen de vaşağa veya tilkiye yem olmaktadır. Vizon' un misk bezlerinin salgıladığı kokulu madde gelinciğinkinden kuvvetli olmakla ve insanları rahatsız etmekle beraber, hayvanın düşmanlarını kaçıracak kadar tesirli değildir. Fakat vizon düşmanına yem olmadan önce iyice dövüşmeyi ihmal etmez.


Vizonlarda aile hayatı:

Vizon şubatta veya martta çiftleşir. Dörtten sekize kadar kör ve hemen hemen çıplak yavru, çiftleşmeden bir buçuk ay kadar sonra dünyaya gelir. Beş haftalıkken gözleri açılır ve bundan sonra katı yiyecekler de yemeye başlar. Yavrulara bu yiyecekleri bulmak için, baba, anne ile iş birliği eder.
Yavrular bu çağda pek oynaktırlar. Fakat oyunları bile yırtıcıdır. Birbirlerinin üzerine atlarlar, hiddetlenip acı acı bağırırlar, tıslarlar veya hırlarlar. Biraz daha büyüyünce gerçekten kavga atmeye ve dövüşmeye koyulurlar. Artık avlanabilecek kadar büyüdükleri için, anneleri ve babalarıyla ava çıkarlar.
Aile yaz süresince bir arada kalır. Sonbaharda ise yavrular, kendilerine yerleşecekleri bir bölge aramak üzere ayrı ayrı yola çıkarlar. Yılın bu mevsiminde bir nehir bölgesinden ötekine geçerken sudan hayli uzaklaşırlar.


Vizon kürkü ve vizon çiftlikleri:


Vizon kürkü kürk ticaretinin en önemli metalarından biridir. Tabiî halinde güzel bir koyu kahverengi olan, son derece yumuşak, parlak ve dayanıklı bir kürktür. Piyasanın en ziyade aranılan kürkü belki odur. Daima pahalıya satılır.
Bütün dünyada her yıl bir milyona yakın vizon yakalanır. Talep o kadar fazladır ki, vizon, yüz yıl kadar önce başlayan yeni bir endüstrinin, vizon çiftliğinin temeli olmuştur. Birleşik Amerika'da her yıl iki yüz binden fazla çiftlik vizonu kürk ticaretini desteklemektedir.


Erkek ve dişi vizon:

Yetişkin erkek vizon aşağı yukarı 1 kilo ağırlığında ve hemen hemen 60 santim uzunluğundadır. Oldukça tüylü kuyruğu vücut uzunluğunun üçte biri kadardır. Yumuşak ve sık kürkünün tüylerinin arasında daha uzun ve pırıl pırıl kara kıllar yer alır.Bunlar, yüzdüğü zaman hayvanın kürkünü muhafaza Ederler. Vizon'un çenesinde ve boynunda beyaz lekeler bulunabilir. Dişisi daha ufak olmakla beraber, erkekle aynı renktedir.


Nerelerde bulunur:

Vizon Meksika Körfezi'yle Kuzey Kutbu arasında hemen bütün Kuzey Amerika'da, Eski Dünyada ise Kuzey Doğu Asya ile Finlandiya ve Güney Batı Fransa ile Doğu Romanya arasındaki bölgelerde bulunur. Başlıca iki türü vardır: «Amerika vizonu» (Mustela vison) ile «Avrupa vizonu» (Mustela lutreola). Avrupa vizonu'na, «bataklık samuru» da denilmektedir.
Eskiden Birleşik Amerika'nın kuzeybatı kıyısı ile Kanada kıyılarında daha iri cins olan «deniz vizonu» (Mustela maerodön) yaşamakta idi. Fakat bu türün yüz yıl kadar önce soyu tükenmiştir.

Güvercinler Yuvaya Pislik Yapmıyor

Arkadaşlar dikkatimi çekti, güvercinler fırsat bulsalar yedikleri çanağa sey edecekler, dakikada bir mutlaka bir yere dışkı yapıyorlar ama yuvalarına kesinlikle pislemiyorlar.
Daha yavru 3-5 günlükken poposunu yuvanın dışına doğru çıkarmaya çalışarak ihtiyacını görüyor. Anne baba ise tutuyor elinden geldiğince, dışarı çıkma fırsatını ilk bulduğunda boşaltıyor. Bu nedenle neredeyse köpek pisliği kadar büyük dışkıları oluyor.

Önceleri bunu dişi yapıyor, yeni yumurta çıkardığı için delik de büyük, kalın yapıyor sanıyordum ama değilmiş. Erkek de biriktiriyor, tutuyor mümkünse dışarı çıkınca yapıyor.

Yavrusu olmayan çiftlerde böyle bir uygulama yok.
Sizin güvercinler de böyle mi, yoksa benim güvercinler özel eğitimli mi?

Kokulu gelincik (güvercin düşmanları)


Güvercin düşmanlarını tanıyalım diye Gelincik çeşitlerine bir girdik, çıkamıyoruz :). Amma çok çeşidi varmış. Hayvan ansiklopesine tekrar teşekkür ederiz. Yazılar içersinden arada bir link vermem koşulu ile kullanmama izin verdiler.

Kokulu gelincik (Mustela putorius), gelincik ailesinin gerçekten evcilleştirilebilmiş tek üyesidir. Bu hayvan bir sokak kedisi büyüklüğündedir ve bol tüylü bir kuyruğu vardır. Sarımsı gri renkteki güzel ve yumuşak kürkünün arasında siyah uçlu tüyler bulunur.Kokulu gelincik evine düşkündür.
İni, bir su kıyısındaki veya kayaların arasındaki bir deliktir. Kokulu gelinciğin, ininin dışında bir helası, rahat ve ılık bir yuvası ve buradan, daima dolu kilerine giden bir tüneli vardır. Bu kilerde, avladığı kuş, fare, tavşan ve sürüngen gibi hayvanları depo eder. Bir kokulu gelinciğin kilerinde elli kurbağa ve kara kurbağası bulunmuştur. Bunların hepsi canlıydı, fakat beyinlerinden ısırıldıkları için felce uğramışlardı.
Mart ve nisan kokulu gelinciğin flört zamanıdır. Kırk gün sonra dünyaya gelen yavrularla anneyle babanın ikisi de ilgilenir. Yavrular birçok hayvanlarmkiler gibi çıplak, kör ve âciz olarak doğarlar. Gözlerini yirmi bir gün sonra açarlar.
Yavru kokulu gelincikler ancak altı haftalık olunca dış dünyaya adımlarını atarlar. Hareketi severler, ılık güneşte oynar ve birbirlerinin etrafında dans ederler. Fakat en ufak bir tehlike belirtisi karşısında birbirleriyle çarpışarak ve yerlerde yuvarlanarak inlerine koşarlar. Bu hayvanların hayat süresi dokuz veya on yıldır.
Kokulu gelincik, köpeklerin hücumuna uğrayınca veya çok fazla korkunca, kokarca gibi, kuyruğunun tabanındaki misk bezlerinden pis kokulu bir salgı püskürtür. Fakat gelincikle kimya harbine girişmektense kaçmayı tercih eder. Esaret hayatındaki kokulu gelincikler'de pis kokuya pek raslanmaz.
Kokulu gelincik avları: Kokulu gelincik avları elli yıl kadar önce İngiltere'nin kuzeyinde en gözde sporlardan biriydi. Özellikle mehtaplı gecelerde köpek sürüleriyle girişilen koşu 10 - 12 kilometre boyunca devam ederdi.

San Gelinciği (güvercin düşmanları)

Kolinski (Mustela siberica), Kuzey Doğu Asya'nın iri san gelinciğidir. Boyanmış ve manto haline getirilmiş kürkü, kürk piyasasında hayvanın canlısından daha iyi tanınır.
Kolinski, adım Kuzey Doğu Rusya'nın kürk işleriyle tanınmış «Kola» bölgesinden almıştır. En iyi .kolinski kürkleri burada elde edilir. Kolinski, «şantung», «Çin vizonu», «Japon vizonu» ve «san vizon» gibi isimlerle de tanınır. Kuzey Çin yerlileri canlı kolinski'ye ilgi çekici bir isim takmışlardır: Ona «huang şu lang» yani «sarı fare kurt» derler.
Sibirya'nın donmuş nehir kıyılarında bu iri san gelinciklerden yakalıyan bir tabiat bilgini, bunların sıfırın altında 50 derece soğukta hâlâ faal olduklarını görmüş ve renkleri dışında her hususta vizona benzemelerine şaşmıştı. Âdetleri bile vizonunkiler gibiydi. Kolinskinin kürkü her ne kadar gerçek vizonun parlaklığından yoksunsa da, kürk ticaretinde gene de önemli bir yer tutar.
«Alp gelinciği» adındaki akraba bir tür, Tibet'in yüksek dağlarında yaşar. «Cava gelinciği,», kolinski'den de çok vizona benzerse de, tropikal bölge gelinciklerinin kürkü kalite itibariyle düşüktür. Kuzey Birmanya ile Hindiçini'de ise sırtı çizgili bir gelinciğe rastlanır. Bunun da kürkü pek makbul sayılmaz.

Cüce Gelincik ( Güvercin Düşmanları)



Cüce gelincik (Mustela rixosa)
, gelincik ailesinin en küçük üyesidir. Ortalama 15 santim uzunluğundadır, ayrıca 2,5 santimlik bir kuyruğu vardır. Kuyruğunda siyah uçtan eser yoktur. Bu minik hayvanın vücudunun üst kısımları yazın biteviye kızıl kahverengi, vücudunun alt kısımları ise beyazdır. Aynı hayvan kışın biteviye beyazdır.
Cüce gelincik, avlanırken uzak yerlere yolculuk etmez. İki dönümlük arazinin içersinde dolaşır ve yeraltındaki ininden pek uzaklaşmaz. Fakat bir bölgedeki sıçanları temizledikten sonra, başka bir bölgeye geçer. Ve orada kendine yeni bir avlanma alanı kurar. Tabiî ki o bölgede de av azaunca yeni bir alan arayacağı muhakkaktır.
Cüce gelincik yeni bir yere yerleşince, ilk iş olarak göze pek görünmeyen bir köşede yerin üstünde de olabilen, fakat çoğu zaman yerin altında olan bir sıçanın yuvasına sahip çıkar ve burasını, avlarından yolduğu tüylerle astarlamaya girişir. Öldürdüğü sıçanları yuvasına taşır ve onları orada yer. Etlerini bazen yuvasına bitişik tünellerde de depo eder.
Cüce gelincik belli bir çiftleşme zamanı olmaması bakımından akrabalarından ayrılır. Yavrularını yılın herhangi bir ayında doğurabilirse de, doğum zamanı daha çok kışa veya ilkbahara rastlar. Bir batında genellikle dört, beş yavru dünyaya gelir, fakat yavru sayısının bazen ona kadar yükseldiği de görülmüştür.
Cüce gelincik'in yurdu dünyanın kuzey bölgeleridir. Bu hayvana batıda Avrupa ile doğuda Sibirya arasındaki bölgelerde raslanır. Kuzey Amerika'da ise Alaska ile Birleşik Amerika'nın kuzey kısımlarının arasında bulunur. Alaska kızılderilileri cücw gelincikin yük bir şans sayarlar. İhtiyar bir kızılderili, küçükken böyle bir gelincik yakalayan kardeşinin sonradan bu sayede «büyük bir reis» olduğunu iddia etmiştir.

24 Eylül 2007 Pazartesi

Uzun kuyruklu gelincik (güvercin düşmanları)



«Uzun kuyruklu gelincik (Mustela frenata)», Birleşik Amerika'nın en yaygın gelinciğidir. Buralarda kakum'un yerini alır. Bulunduğu bölgeler Kanada'mn güney sınırından Güney Amerika'da Ekvador veya Peru'ya kadar uzanır.
Bu hayvanın tipik rengi derece derece siyaha kadar koyulaşan koyu bir kızıl kahverengidir. Tropikal Amerika gelinciğinin yüzünde at başlığını andıran beyaz bir leke vardır. Uzun kuyruklu gelincik, ancak yurdunun kuzey kesimlerinde kışın beyazlaşır. O zaman da başka bir tür olmasına rağmen, halk arasında kakum diye anılır.
Uzun kuyruklu gelincik, daha kuzey enlemlerin hayvanı olan kısa kuyruklu akrabasının aksine, açıklıkları tercih eder. Ona, kendisine yem olabilecek küçük hayvanların bol olduğu bölgelerde rastlıyoruz. Bazen bir günün içinde yiyecek peşinde kilometrelerce yol alırsa da, genellikle on beş dönümü geçmeyen bir alan içinde gittikçe ihtiyaca göre yer değiştirir.
Bu küçük hayvanın aile hayatı öbür gelinciklerinki gibidir. Yerin altındaki sığ bir delikte barınır. İni genel olarak yüzeyin 15 santim kadar derinindedir. Kendisine yuva vazifesi gören odacık ise 25 - 30 santim kutrundadır. Gelincik, yuvasını, avlarının kürküyle astarlamayı ihmal etmez.
Uzun kuyruklu gelinciklerin çiftleşme mevsimi genel olarak haziran veya temmuzdur. Yavrular bundan 220 - 337 gün sonra dünyaya gelirler. Bir batında doğan yavru sayısı dörtle sekiz arasında oynar. Bir günlük yavru ortalama 3 gram ağırlığındadır. Bir sigaranın 1 gram çektiği göz önüne getirilirse, yavru gelinciklerin ne kadar hafif oldukları meydana çıkar. İki haftalık olunca vücutları ipek gibi beyaz bir kürkle kaplanır.
Yavru gelincikler hayatlarının otuz altıncı veya otuz yedinci gününde gözlerini açtıkları zaman, artık iyice gelişmeye yüz tutmuşlardır. Bu yavrular beş veya altı haftalık sütten kesilir ve on haftalık olunca yetişkin sayılırlar. Uzun kuyruklu gelincik'i inceleme konusu yapan tabiat bilginleri, anne ile babanın yavrulara beraber baktıklarını ve erkekle dişinin bütün hayatlarını bir arada geçirmek üzere birleştiklerini ileri sürmenin hata olmayacağını söylemektedirler.
Yetişkin uzun kuyruklu erkek gelincik'in ağırlığı 180 gramı bulur, baş ve vücut uzunluğu ise genel olarak 25 santimdir. Kuyruk da 15 santime yakındır. 15 santimlik kuyruk belki o kadar uzun değildir, ama öteki akrabalarıyla kıyaslanınca bu gelinciğe uzun kuyruklu demek uygun düşer.
Uzun kuyruklu gelincikler'in birçok çeşitleri bulunursa da, hepsi aynı türün alt türlerini meydana getirirler. Orta ve Güney Amerika'da en çok raslanan gelincik ise yüzünr de at başlığı şeklinde lekesi olanıdır.

23 Eylül 2007 Pazar

Bazı gelincikler kışın neden beyazdır ?

Kakum'un, veya dünyanın kuzey bölgelerinde bulunan diğer gelinciklerin, kış kürkünün beyaz oluşunun kamuflaj ihtiyacından ileri geldiğini gördük. Bu gelincikler bol karlı yerlerde her kış, bütün mevsim boyunca beyazdırlar.
Karı olmayan veya pek ender olarak kar gören yerlerde gelincikler kışın da kahverengidirler. Renk değiştirmesiyle hayvanın sonbaharda ve ilkbaharda tüylerini dökmesi arasında bağlantı olduğunu gördük.
Kışın kahverengi kalan gelincikler de yılda iki kere tüylerini dökerler. Fakat bu hayvanlar kürk değiştirmekle beraber, renk değiştirmezler. Hayvanın yazın kahverengi, kışın ise beyaz bir kürkü oluşu soya çekim sonucudur. Mevsimlere bağlı renk değişmesine uğramayan bir kahverengi gelincik, karı bol bir kuzey bölgesine götürüldüğü takdirde, 'kıgiaıı gene kahverengi olarak kalır. Buna karşılık kuzeyde doğmuş ve büyümüş bir beyaz gelincik de kar yağışı olmayan güneye götürüldüğü takdirde, her kış beyazlaşmaya devam eder. Böylece bu değişmenin takvime bağlı olduğunu ve doğrudan doğruya ne kara, ne de ısıya bağlı bulunduğunu görmekteyiz.
Renk değişmesinin mekanizması yakın zamana kadar bizim için bir sırdı. Fakat şimdi renk değişimi olayının ışık miktarı tarafından etkilendiğini biliyoruz. Sonbaharda günler kısalırken, gelincik de gözlerinden daha az ışık alır. Bu ise, pitüiter bezinin gonodatropik hormonlar diye bilinen bir maddeyi salgılamasını sona erdirir. Bu hormonların yokluğu kıl hücrelerini boyadan yoksun kılar, bu şartlar altında yetişen yeni tüyler de şüphesiz beyaz olurlar.
Bu hikâye ilkbaharda tam tersine bir gelişme takip eder. Bu mevsimde geceler kısalır. Gelinciğin gözlerinden giren ışığın çoğalması ise pitüiter bezini etkileyerek kıl hücrelerindeki boyayı çoğaltır, bunun sonucunda da ilkbaharda çıkan tüyler renkli olurlar.
Karanlık bir yerde tutulan beyaz bir gelincikte ışık yoksunluğundan ötürü beyaz kalmak eyilüni olsa bile, soya çekim sonucunda ilkbahar tüyleri gene kahverengi, kışınkiler
ise gene eskisi gibi beyaz çıkar. Başka hayvanlarda, örnek olarak bazı tavşanlardaki renk değişmesi (beyaz yanlı tavşan) de aynı esasa dayanır. Hemen hemen mutlak karanlıkta yaşayan balık ve semender gibi bazı hayvanların çok kere beyaz oluşları da ilgi çekicidir. Aynı yaratıklar ışıklı yerlerde yaşasalar renkli olurlardı. Geceleyin ortaya çıkan ve günün geri kalan kısmını karanlık mağaraların tavanına asılmakla geçiren bazı yarasalar da beyazdırlar. Işığnı hiçbir zaman kuvvetli olmadığı Kuzey Kutbu bölgelerinde rasladığımız kuzey kutup tilkisi, kutup ayısı ve bazı kartalgillerle baykuşlar da bu esasa göre beyazdır.

Ermin (Gelincik Türü)

ERMİN (Mustela erminea)


Ermin adıyla daha iyi tanıdığımız «kakum» (Mustela erminea), kışın büründüğü yumuşacık ve parlak beyaz kürk dolayısıyla bütün gelinciklerin en gözde olanıdır. Fakat yazın bambaşka bir hayvan görünümündedir. Bu mevsimde tüylerinin rengi sarımsı kahve ile çikolata arasında oynar. Fakat gerek yazın, gerekse kışın kuyruğunun ucu daima siyahtır. Kakum'un ilk kardan önce beyaz renge büründüğü enderdir. Karsız uzun bir sonbahar bu değişikliği geciktirebilir, buna karşılık erken yağan kar hızlandırır. Değişme hızlı bir eylem olmakla beraber, bir gecede olup bitmez. Uzunluğu on gün ile üç hafta arasında oynanan bir süreyi kaplayabilir. Kakum sadece tüylerinin rengini değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda eski tüylerini de yavaş yavaş döker. Bunların yerini daha sık, yeni bir kürk alır.

Değişme tamamlandıktan sonra kakum, ilkbahardaki tüylerini dökmeye başlayıncaya kadar beyaz olarak kalır. Bu beyaz devreye kuzeyin bütün gelinciklerinde raslanır, bundan ötürü de bu devrede bütün gelinciklere, gerek Eski, gerekse Yeni Dünya'da hatalı olarak «kakum» denilir. Kış ortasındaki sıcak bir ievre karları eritip toprağı çıplak alarak bırakınca, beyaz gelinciğin kamuflajı kendisi için tehlike yaratır. Hayvan, beyaz vücudunun kahverengi fonun üzerinde tezat meydana getirdiğinin farkında olmaksızın rasat rahat gezinmeye devam eder. Cakum'un düşmanları bu ziyafet davetiyesini farketmekte gecikmezler tabii.


Kakum'un düşmanları:

Kakumların çok baykuşlarla atmacalar tarafından öldürülürler. Evcil kediler le başlıca düşmanları arasındadır. Amerika'da bir avcı, pençelerinin arasında bir şey taşıyan bir atmacayı tovalamıştı. Kuş çok geçmeden, kurulmak için, fazla yükünü atmak zorunda kaldı. Bu. az önce öldürülmüş bir kakum'du. Kanada'da bir genç tarafından vurulan dazlak kartalın boynuna, bir gelinciğin ağarmış kafatası yapışmıştı.
Kakum'un kaçınmak zorunda olduğu hayvanlar yalnız bunlar değildir. Arasında yılanların da bulunduğu bütün irice etoburlar kakum avcısıdırlar.

Amansız katiller:

Aralarında kakumların da bulunduğu bütün gelincikler inanılmayacak kadar çok sayıda hayvan imha ederler. Bunlar küçük memelilerin en amansız, en ziyade kana susamış üyeleridir. Gelincik yalnız karnını doyurmak için değil, sırf öldürmenin zevki için öldürür. Kendinden küçük veya kendi boyunda hayvanları öldürmekle kalmayarak kendinden kat kat büyüklerine de saldırır. Normal olarak sadece sıcak kana bulanmış kırmızı et yer.
Bu derece yırtıcı bir yaratığı, vatanı olan Kuzey Yanmküresi'nde-ki büyük kemirici sürülerinin çoğalmasını frenlemekte birinci derecede önemli rol aynayacağı muhakkaktır. Doymak ve yorulmak bilmeyen küçük gelincik olmasa, fare ve sıçan gibi yağmacı ve hastalık ileticisi kemirici sürülerinin gitgide çoğalarak dünyayı istilâ edeceklerine şüphe yoktur.
Bu cesur küçük etobur, farelerin inlerine girerek kalabalık kolonileri imha eder ve ancak bundan sonra karnını doyurmayı düşünür. Bir başka baş belâsı olan tavşan nüfusunu da hayli azaltır.
Arada bir kümeslere baskın yapması hayvana kötü bir ün kazandırmıştır. Ama buna rağmen gelinciğin insanlara zarardan çok, faydasının olduğu unutulmamalıdır.

Kakum, öbür gelincikler gibi vaktinin çoğunu yerde geçirirse de, yüz meşini de bilir. Yağma edecek kuş yuvalan aramak üzere ikide bir ağaçlara tırmanmayı da ihmal etmez. Dişi bir kakum'un yuvası yerden 4-4,5 metre yükseklikteki bir ağaç kovuğunda bulunmuştu. Bu yuva da öbür gelinciklerinki gibi tavşan 'kürküyle astarlanmıştı. İçinde bir de tavşan kafası vardı. Kakum, kafayla dimdik ağaç gövdesine tırmanırken epey güçlükle karşılaşmış olmalıydı. Fakat işin ve dövüşün gelincik kabilesinin bir üyesini yıldırdığı enderdir.


Oynak kakumlar:

Kakumlarm oyuna ayırdıkları zamanlan da vardır. Bazen birkaç tanesi şaşılacak tarzda eğlenirler. Birbirlerinin üzerinde yuvarlanırlar ve şakadan dövüşürler. Bu arada 1 -1,5 metre yükseğe sıçradıkları ve havada enfes şekilde takla attıkları olur. Kakum böyle şen zamanlarında kıkırdamayı andıran bir ses çıkarır. Kızdığı vakit aksine gürültülü bir diş çatırdatmasım
andıran bir sesi vardır.

22 Eylül 2007 Cumartesi

Fossalar

Gelincik Türlerinden Fossalar:
FOSSAlar eskiden öylesine yırtıcı diye nam salmıştı ki, var olan tek türü vahşî anlamına gelen «Cryptoproeta feros» diye adlandırılmıştır. Bu keskin pençeli kedimsi hayvanların arada koyanlara ve yavru sığırlara saldırdıkları duyulur. Madagaskar yerlileri ise onları, kümeslerine yaptığı baskınlardan tanırlar. Fakat fossa'nın arslan ve kaplan kadar kana susamış olduğuna inanmamalıdır.
Fossa, etoburların en garip üyelerinden biridir. Birçok alt türleri olan bu tür gelincik kedi ailesi ile gerçek kediler arasında bir köprüdür denilebilir. İnce vücudu, kızıl kahve veya kahvemsi gri renkte sert ve kısa tüylü bir kürkle kaplıdır. Bacakları kısadır, vücudu da ince olduğu için, çok uzun gözükür. Hayvan aslında, hemen yarısı kuyruk olmak üzere en çok İSO santim uzunluğunda olabilir. Pençeleri iğne kadar sivri ve kendininki gibi kavislidir ve yine kendininki gibi içeriye çekilebilir ve dışarı çıkarılabilir. Fossa yerde ayak tabanlarının üzerinde yürür, halbuki kedilerin, ayak parmaklarının üzerinde yürüdüklerini daha sonraki bölümlerde göreceğiz.
Güzel ağaca tırmanan çevik fossa, Madagaskar'ın doğusundaki yağmur ormanlarında olduğu gibi, adanın batısının daha kurak ormanlarında da yaşar. Buralarda kuşlarla maki' leri avlar. Daha çok geceleri hareket halinde ise de, bazen sabahın erken saatlerinde ve akşamlan da ortalıkta gözükür. Çoğu zaman yalnız başına dolaşır.
Fossa, Madagaskar'ın en iri etoburudur. Bu adada büyük kedilerin yerini alır.

Mongolar


Mongolar: (hayvan ansiklopesidinden)

Uzun vücutlu, uzunca ve tüylü kuyruklu ve gelinciğe benzer bir hayvan olan «mongo», yılan avcısı olarak ün salmıştır. Ev kedisinden büyük olmamasına rağmen, 2 metrelik bir düşmana saldırmaktan çekinmez. Sürüngenlere durup dururken saldırmazsa da, aç olması derhal saldırıya geçmesine yeter. Zehirli yılanların pek bol olduğu Güney Asya ile Afrika'da en yaygın etoburlar arasındadır.
Yaşını almış tecrübeli bir mongo, bir kobra yılanım pek çabuk öldürür. Usta bir boksör gibi öldürücü yılanı saldırıya geçmeye kışkırtır, fakat keskin refleksleri sayesinde derhal yana atıldığından, yılanm hamlesi boşa gider. Mongo, dövüşürken vücuduyla kuyruğunun sert kıllarını dikleştirdiği için, olduğundan iri gözükür. Yılanı yanıltmasının sebeplerinden biri de belki budur.
Sürüngen, hamlelerinin sonunda uzunlamasına yere çöktüğü vakit, monga saldırıya geçerek dişlerini düşmanının başının arkasına saplamaya çalışır. Sonunda öldürücü yarayı açar ve yılanı başından başlayarak zehir bezleriyle birlikte yer. Tıka basa doyduğu vakit, uyumak için yere yatar. Uyanınca da ziyafete devam eder.
Mongo'nun bazen yenildiği de olur. Tropikal ülke yerlileri, zehirli yılan tarafından ışınlan mongo'nun, ormana daldığını ve bazı kökleri panzehir olarak yediğini söylerler. Bu gibi hikâyeler gerçeğe dayanmaz.
Mongo, yılan tarafından ısırılmamak için gayet dikkatli davranır. Çünkü tecrübe edilmiştir, Yılan zehiri şırıngası yapılan mongo mutlaka ölür.
Bununla beraber mongo'dan mongo'ya fark vardır, bu hayvanlardan bazıları ise zehirli bir yılanın ısırığına başka hayvanlardan daha kolay dayanabilirler. İri bir kobra yılanı ile bir mongo arasındaki savaşta mongo'nun kobra tarafından defalarla ısırılmakla beraber bundan rahatsız olmadığı dikkati çekmişti Anlaşılan, mongo yılan yiye yiye bu sürüngenin zehirine bir dereceye kadar alışabilmiştir.
Mongo kendisi kadar iri veya daha ufak herhangi bir hayvanı öldürebilir. Sürüngenlerden başka, kuşlar, böcekler, fareler ve benzeri hayvanlarla beslenir. Gündüzleri gecelerden daha hareketli olup, özellikle sabahın erken saatlerinde ve aksam geç vakitlerde avlanır. Fakat öğle sıcağında ve gecenin herhangi bir saatinde de pekâlâ ortalıkta gözükebilir.
Bu hayvanın davranışları ilgi çekicidir. Arada durup kırmızı gözleriyle etrafına bakınır, ya da basın bir yana eğerek bir ayağını kaldırarak etrafı dinler. Bir avın üzerine atılmaya veya kaçmaya daima hazır vaziyettedir. Bir köseye kıstırılınca ağaca da tırmanabilir. Fakat uzun pençeleri dik ağaçlara tırmanmaktan çok, toprağı kazmaya elverişlidir.
Mongo tabiatı bakımından vahşî ise de terbiye edilebilir. Yavru iken yakalanıp beslenirse, kendini elletir ve binaları farelerden, temizlemek suretiyle insanlara hizmet eder. Bazen kendiliğinden evlere girerek aillenin bir üyesi olur. Köpeklerle ve kedilerle iyi geçinirse de, kümes hayvaniarını öldürmemesi gerektiğini bir türlü öğrenemez.
Mongo'lar, misk kedileriyle jenetlere benzerlerse de tırnaklan kedininkiler gibi içeriye sekilemez. Uzunca ve tüylü bir kuyrukları, sivri bir yüzleri ve başın yanlarında yuvarlakça kulakları vardır. Koku salgılayan bezleri yoktur. Kürkleri genel olarak kır bir kahverengi veya siyahtır.

21 Eylül 2007 Cuma

Madagaskar Misk Kedileri

Çizgili Madagaskar misk kedisi (Galidictis)
Madagaskar birçok garip ve ilkel hayvanların yurdudur. Buranın misk kedileri de garip hayvanlardan sayılırlar. Birçoğu farelerden iri olmayan, son derece zarif yaratıklardır. Parlak bir kızıl kahverengi kürkü ve bol tüylü bir kuyruğu olan çevik ve küçük «vontsira» (Galidia), gündüzleri dalların arasında sincap gibi sıçrayıp durur. »Çizgili Madagaskar misk kedisi» (Galidictis), türlerinin de sıçan avcısı olarak ekonomik değerleri vardır. Madagaskar'ın başka bir ilginç misk kedisi de «falanuk» tur (Eupleres).

Bu hayvan, et yemeyi bırakıp işi böcek ve yumuşak meyva yemeye dökmüş bir etobur örneğidir. Ev kedisi iriliğindeki bu kahverengi hayvanın dişleriyle çeneleri son derece küçük ve kuvvetsizdir.

Palmiye Misk Kedileri








Palmiye Misk Kedileri






Güvercin düşmanı hayvan türlerinden gelincik çeşitleri hakkında biraz ayrıntılı bilgi edinmeye devam ediyoruz. Buraya kadar, yerde yaşayan ve küçük hayvanları avlayarak geçinen misk kedileri'ni gördük. Asya ile Afrika'da birçok çeşitleri olan palmiye misk kedileri ağaçların üzerinde yaşar ve daha fazla meyvalarla karınlarını doyururlar. «Asya palmiye misk kedisi» (Paradoxurus), Hindistan ile Seylân'da palmiyelerin özüne düşkünlüğüyle tanınır. Bu özü, sıvının içine akması için yerlilerin ağaçlara bağladıkları kaplardan çalar.
Malaya bölgesinin «susamuru mide kedisi» veya öbür adıyla «mampalon» (Gynogale), ağaca tırmanma kabiliyetini muhafaza etmekle beraber, susamuru gibi yüzen ve balık avlayan tek misk kedisidir. Su hayvanları gibi bunun da yassı bir kafası, enli ayaklarıyla parmakları ve kaim ve sık bir kürkü vardır.
Asya misk kedileri'nin içinde en ilginci «Binturong» dur. (Arctictis). Palmiye misk kedisi'ne benzeyen bu dağınık siyah tüylü hayvanın en dikkate değer özelliği, 60 santimlik vücuduyla aynı uzunluktaki kudretli kuyruğudur. Binturong, Güney Amerika maymunları gibi kuyruğundan dallara asılabilir veya bu kuyruğu beşinci bir el gibi kullanabilir. Yurdu Assam ormanları, Filipin'ler, Sumatra ve Borneo adalarıdır. Misk kedisi grubunun tek gürültücü üyesidir. Ulumasıyla orman gecesinin sessizliğini bozar.

Misk Kedileri (Gelincik Kediler)

Misk kedileri de öbür gelincik kediler gibi Eski Dünya'nm sıcak bölgelerine yerleşmişlerdir. Bu küçük etoburlar gece vakti ormanlarda gezerler. Tabiat bilginleri dahi bunların aile hayatı hakkında fazla şey bilmezler.
Misk kedileri, yurtlarında iki sebepten önemlidirler. Bîr Kere farkına varmadan ormancılık yaparak ağaçların yetişmesine sebep olurlar. Misk kedileri etten başka, meyva da yerler. Bunların sindiremedikleri tohumlarım, çekirdeklerini geniş bir sahaya yayarlar. Bu tohumlar da düştükleri yerlerde filizlenerek zamanla ağaç haline gelirler.
Fakat misk kedileri'nin değeri yalnız bundan ileri gelmez. Misk kedisi' nin Arapça adı «zabad», hayvanın misk bezlerinden elde edilen bir kokuyla ilgilidir. Bu madde doğu ülkelerinde eczacılıkta ve lavantacılıkta kullanıldığı için, misk kedileri iyi para getirir.
Misk kedisi'nin kokusu:

Misk kedisi'nin amonyak, reçine, yat ve uçucu sıvı yağlardan meydana gelmiş salgısı, hayvanın karın derisinin altında bulunan ve kuyruğuna yakın bir deliği olan çift cepli bir bez tarafından salgılanır. Yerliler, hayvanın bahsi geçen deliğine bir kaşık sokarak koyu sarı renkteki ve pelte kıvamındaki kokulu maddeyi çıkarırlar. Bu iş lâkırdıda kolaydır. Misk kedisi, keskin dişlerinden başka kuvvetli ve çevik bir hayvandır Pençeleriyle fena tırmıklar atar. Onun için bu miski çıkarmak çok zordur Bu hayvanlar kafes içinde beslenir. Misk, on dört veya yirmi günde bir elde edilir.
Misk kedisi tabiatta serbest halde dolaşırken, misk bezlerini ağaç gövdelerine, yere ve öteye beriye haberleşme gayesiyle koku bulaştırmakta kullanır. Böylece aynı türün üyeleri geceleyin karanlık bir ormanda birbirlerini bulurlar. Misk kedileri birçok gececi hayvanlar gibi sessiz olduklarından, kokuları olmasalar, birbirleriyle kolayca haberleşemezlerdi.
Daha iri etoburların arada misk kedileri'ne saldırdıkları olmaktadır. Bazı misk kedileri böyle bir durumda pis kokulu ve yakıcı salgılarını birden düşmanın suratına püskürtürler. Bu hücum saldırgan hayvanı şaşırttığından, misk kedisi de kaçmakta bundan çok faydalanır. Misk kedileri'nin, zehirli gaz harbinin ustası kokarcaları hatırlatan başka bir koruyucu tertipleri daha vardır. Üzerlerindeki işaretler, düşmanları tarafından kolayca tanınmalarını ve hatırlanmalarını sağlar. . Bu gelincik kedilerin en iyi bilinenlerinden biri, mükemmel bir misk fabrikası olan «Hindistan ve Doğu misk kedisi» dir. Bu iri hayvan (baş ve vücut uzunluğu 60 santimdir, 45 santimlik bir de kuyruğu vardır) kolay tanınır. Siyah ve beyaz halkalı dolgun bir kuyruğu, kır vücudunda şekilsiz ve koyu renk işaretleri, boynunda ise bazı beyazlıkların büsbütün meydana çıkardığı enli bir siyah şeridi vardır. Dikilebilen kıllardan meydana gelmiş bir şerit sırtının ortasında kuyruğuna kadar uzanır. Siyah ayaklar bu göz alıcı tabloyu tamamlar. Bu ağır hayvanın (doğu misk kedisi 12-13 kilo ağırlığında olabilir) kürkü kalın ve yumuşak olduğundan kürk piyasasında yer tutar.
Bütün misk kedileri'nin misk bezleri iyi gelişmiştir. Doğu Asya'nın daha küçük bir türü (Viverricula), kokusu için Madagaskar'a, Sokotra' ya ve başka adalara götürülmüştür. «Afrika misk kedisi» (Civettietis), irilik ve üzerindeki işaretler bakımından iri doğu türüne benzerse de, kürkü kaba olup sadece kumaştan mantolarda garnitür olarak kullanılır. Bu hayvanın, Afrika halk hikâyelerinde anlatılan, sihirbazların sütü kılıyla güya kırmızıya boyadıkları esrarengiz «sentoivan» denilen yaratık olması ihtimali vardır.
Misk kedileri'nin arasında bir de balıkçı vardır. Bu, koyu kestane rengi vücudu, beyaz boynuyla dudakları ve bol tüylü kızılımsı kuyruğu olan güzel bir hayvandır. «Su misk kedisi» (Osbornictis), Kongo balta girmemiş ormanları içinde dolanan akar sularda balık avlar. Kaygan avını tutabilmesi için, keskin dişleri vardır. Batak düzlüklerde kolay gezinebilmesi için, ayak tabanları çıplaktır. Öbür misk kedileri'nin ayak tabanları az çok tüylüdür.


Linsang (Gelincik Kedileri)



ORMANIN GÜZEL AĞAÇ «KEDİLERİ»:LİNSANG'LAR:
LİNSANG bütün gelincik kedilerin en ziyade kediye benzeyenidir. Tropikal Asya ve Doğu Hint adalarının bu hayvanı şekil olarak jenet'lere benzemekle beraber, biraz daha ufaktır. Ortalama uzunlukları 38-40 santim kadardır, bir o kadar uzunlukta bir de kuyrukları vardır. Güzel küçük yaratıklardır. Benekli linsang'm ince vücudu ve nefis kuyruğu altın tonlu bir kahverengidir, bunun üzerinde iri siyah benekleri bulunur. Çizgili linsang'm vücudunda enine beş enli şerit göze çarpar. Kuyruğu da yine arka arkaya koyu ve açık renk çizgilerle süslenmiştir.
Linsang'lar avlanarak geçinirler ve etten başka yiyeceğe ellerini sürmezler. Yapı itibarıyla yere daha ziyade yakışmakla beraber, jenet'ler gibi ağaçların üzerinde de hayli vakit geçirirler. Şubatta ve ağustosta olmak üzere yılda iki kere yavrularlar. Genellikle ikiz olan yavrular ağaç kovuğunda dünyaya gelir.
Linsang, adını Cavalılar'dan almıştır. Bu hayvanlar, «testere diş» anlamına gelen «Prionodon» ailesini meydana getirirler. Dişleri gerçekten çentikli ve testere görünüşlüdür. Kongo'nun «Afrika lisangı» (Poiana), aslında, öbür jenet'ler gibi benekli kürkü olan küçük bir jenet'tir.

Jenet (Kedi Gelincikler)


(Resimde Beyaz Gelincik Görüntülenmiş)

JENET iri bir hayvan değildir. Birçok türlerinin baş ve vücut uzunluğu 45 - 60 santimdir. Bir bu kadar uzunluktaki ucu sivri kuyrukları koyu kahve veya siyah halkalarla süslüdür. Jenet'in sivri bir yüzü, çıkıntılı kulakları, kısa bacaklı ince ve uzun bir vücudu vardır. Keskin ve kavisli pençelerini tıpkı kedi gibi çıkarabilir veya içeriye çekebilir. Bu pençeler, hayvanın ağaçlara tırmanmasına olduğu kadar hızlı avlarını yere vurmasına da elverişlidir. Jenet'in sırtında, hayvan heyecanlandığı vakit dikilen sert kıllardan meydana gelmiş bir çizgi vardır.
Avrupa Jeneti'nin yumuşak ve grimsi kürkü siyah beneklerle süslüdür. 600 yılından beri Avrupa pazarlarında satılan ve epey rağbet gören bu kürk bugün gözden düşmüştür. Jenet türlerinin yurdu Güney Avrupa'aa ispanya'dan batı Asya'ya, güneyde de Doğu Afrika'dan Kap'a kadar uzanır. Bu hayvan en fazla Avrupa'da bulunur. Her ne sebeptense kendine yurt seçerken Asya' nın en büyük kısmını ihmal etmiştir. Hayvanların bazı bölgelere neden yerleştikleri, buna karşılık bunlara komşu başka bölgelere neden hiç rağbet etmedikleri, tabiat bilginlerinin zihnini kurcalayan sorular arasındadır. Araya okyanuslar girince bile tabiat kanunlarının dışındaki tesadüfler, bazı türlerin karşıya geçmesine imkân verir. Meselâ dingo denilen vahşî köpekler, eski insanların tekneleriyle Avustralya'ya ulaşmışlardır. Gelgelelim, jenet Asya nm her tarafına gidebilecekken esrarlı bazı yasaklara uyarak yoluna devam etmemiştir. Yerli türlerin rekabetinden çekinmiş olması akla yakın gelirse de, asıl sebep yine de bu olmamalıdır.

Küçük hayvanların avcısı:

Jenet' ler gececi hayvanlardır. Gündüz saatlerini ağaç kovuklarında, kayaların arasındaki oyuklarda veya toprağın içindeki deliklerde geçirirler. Ortalık karardıktan sonra hayvan uzun ve çevik vücuduyla yüksek otların ve sık çalıların arasında yılan gibi dolanarak yol alır. Bazen de güneş daha batmadan tek olarak veya bir arkadaşla birlikte görünür. Tedbirli adımlar alar ve kayalarla çalıların dibindeki karanlık ve gölgelik yerleri tercih eder. Yuvasına bağlı bir hayvan olan jenet, her gün aynı barınağa döner.
Jenet küçük hayvanların avcısıdır. Ormanlarda ağaçların dibinde gezinen farelerle sıçanları arar ve bulur. Yolunun üzerine çıkan sürüngenlerle böcekleri de yer, ayrıca oralara tünemiş küçük kuşları yakalamak üzere ağaçlara ve çalılara tırmanır. İninin dışında ada tavşanı ve Afrika hindisi kalıntılarına raslanmıştır. Kümeslere baskın yaptığı da olur. Arada daha iri hayvanlara da saldırır.
Bir köşeye sıkıştırılan jenet dövüşmekten kaçınmaz ve ev kedisi gibi hırlayıp tükürür. Gözle takip edilemeyecek kadar hızlı pençe sallamasına rağmen, köpekle başa çıkamaz. Oldukça ömürlü bir hayvan sayılır. On iki yaşma kadar yaşayanları görülmüştür.
Jenetflerin belli bir çiftleşme mevsimleri yoktur. Aileleri de kalabalık olmaz. Bir battnda ortalama iki, üç yavru dünyaya gelir. Emin, sıcak ve kuru olması şartıyla, her hangi bir siperli köşe jenet'lere yuva vazifesi görebilir.
Bu hayvanın birçok türleri vardır. Afrika'da «leopar jenet», «kaplan jenet» ve «taçlı jenet» denilen bazı türleri bulunur. Bunlar, isimlerini kürklerindeki işaretlere ve renklerine göre almışlardır. Hepsi Avrupa jeneti'nin (Genetta), değişmiş şekilleridir. Eski Yunanlılar Güney jenet'ini ev kedisi yerine beslerlerdi, istanbul gibi bazı şehirlerde 16. Yüzyıl'a kadar evcil jenet'lere raslanırdı.


20 Eylül 2007 Perşembe

Gelincik


Güvercinlere zarar veren hayvanlardan gelincik hakkında biraz araştırma yaptım. Faydalı olduğunu düşündüğüm birkaç yazıyı aşağıda ekledim.
Eskiden Mardin' de olduğu gibi dağa yapılan güvercinliklerin tilki, fare, sansar, gelincik gibi zararlı hayvanlardan korunabilmesi amacı ile ayrıca güvercinliklerin dış cephesine alçı, yumurta akı ve kireç kaymağı karıştırılarak yapılan bir karışım sürülmekteymiş. Bu karışım zararlı hayvanların ayaklarının kaymasına neden olarak onların güvercinliklere ulaşabilmesini zorlaştırmaktaymış. Ama bizim türde kümeslere pek faydası olacağını sanmıyorum.
Hayvanlar hakkında ansiklopedik bilgilerde gelinciklerin bir sürü çeşidine rastladım. "Gelincik kedileri" olarak isimlendilen guruptakileri burada yayınlayacağım.

Gelincik Kedileri Hakkında Bilgi:

Gelincik kedilerin birçoğunun, gelincik ailesinin üyeleri gibi koku bezleri vardır. Bu hayvanlardan bazılarının, kedi ailesinin üyeleri gibi, birini tırmalamak veya bir yere tırmanmak gerekmediği zaman ayaklarının içine gizledikleri keskin pençeleri bulunur. Bazılarının çivimsi tırnakları ise aksine ayaklarının içine çekilip çıkarılamazlar. Jenetter, misk kedileri ve mongolar gene akrabaları kediler gibi, gürültüsüzce yürüyerek göz açıp kapayana kadar avlarının üzerine sıçrarlar.
Kalabalık bir ordu meydana getiren gelincik kediler, tropikal bölgelerde bütün yıl hızla üreyen birçok küçük hayvanların sayısını kontrol altında tutarlar. Avcı olmakla beraber, gerekirse zamana ayak uydurmasını bilirler. Kemiriciler ve Başka küçük hayvanlar bol olduğu zaman, işini bilen bu küçük etoburlar bol etle tıka basa karınlarını doyururlar. Fakat küçük hayvan kıtlığı bu gelincik kediler için, gelincikler ve kediler için olacağı gibi, bir felâket değildir. Bu takdirde yiyeceklerini böcekler, meyvalar ve sebzelerle desteklerler.
Gelincik kediler'in kürkleri üstün kalite değilse de, bazılarınınkinden gene de yararlanılır. Halbuki birçoklarının kürkü güzeldir de. Bu kürkler çoğu zaman benekler ve çizgilerle süslü ve parlak renklidir. Gelincik kediler «Viverridae» ailesini meydana getirirler.

Annesi Olmayan Güvercin Yavrusu

Arkadaşlar size ilginç gelebilecek bir durumu anlatmak istiyorum:

Yaklaşık iki ay önce mezattan bir çift miski almıştım. Erkek ve dişiyi ayrı ayrı aldım. Dişi'ye 90 YTL, erkeğw 40 YTL ödedim. Erkek biraz yaşlı ve hantal, sanırım bu yüzden daha ucuza verdiler.
Türkiye'nin diğer yerlerinde fiyatlar nasıl bilmiyorum ama ben bildiğim ve vakit ayırıp gidebildiğim tek yer Tuzla'daki Kuşçular Derneği' idi, orada yapılan açık arttırmadan aldım.

Neyse, kuşları aldıktan 3 hafta sonra yumurtladılar. Yumurtalara değişerek, genellikle gündüz erkek gece dişi güzelce yattılar. İlk yumurtadan yavru çıktığı gün tatail için şehir dışına çıkmam gerekti, 4 gün sonra döndüğümde ikinci yumurtadan henüz yavru çıkmadığını gördüm. Üzerinde belli belirsiz çatlamalar vardı. Yumurtaya hafifçe vurarak, biraz daha çatlattım. Birkaç gün daha bekledim, yine çıkmadı. Yumurtayı aldım altlarından, baktım içi doluydu ama canlı değildi. Sanırım bu yavru yumurtadan çıkamadı.
Mutlu miski çiftimiz diğer yavruya çok güzel bakıyordu. Ancak ben bu dişinin uçuşunu çok merak ediyordum. Yavru 5-6 günlükken. "Tam zamanı, yavrusu varken bir yere gidemez, buraya alışır, sonra rahat rahat uçururum" diye düşünerek dişiyi diğer kuşlarla beraber saldım.

Kuş iyi uçan bir kuş tabii anında tak tak tak yükseldi, diğerleri ile beraber uçmaya başladı. Çok yüksek uçan mardinlere katılamadı çünkü yuvadan uzaklaşmak istemedi. Alçak uçan, ota boka konan kıytırıklara da ayak uyduramadı, kaldı tek başına. Birkaç tur attı, alçak uçanlar dama indi, o inemedi. Sonunda gözden kayboldu. Bir süre sonra karşı dama çektiğini gördüm, ve oraya indi. Bu arada benim damdaki kuşlara garga geldi ve onları dağıttı. (Kümes çatı katının terasında. Çatının tümü teras değil. Beşte biri teras, geri kalan normal kiremitli çatı.Yani kuşlar önce çatıya, kiremitli bölüme iniyorlar. Sonra çatıdan kümesin olduğu terasa iniyorlar. 2 m yükseklik var.)

Dişi kuş uzun süre seyretti, kümesi ve diğer kuşları görüyordu. Ama hava kararmadan biraz önce kalktı benim çatıya uğramadan tam ters istikamete doğru döndü k.ç.nı gitti.
Hava karardı, tüm kuşlar kümese girdi bizim dişi kuş elbetteki yok ortada.
"Biraz takılır, yarın döner. Karnı tok, yavru bakıyor diye sürekli yem-su veriyorum. Açıkınca gelir." Diye düşündüm.
Ertesi gün sabah erken saatten itibaren kuşları hep dışarda tutttum. Bizim dişi kuş dönerse kuş görsün diye. Akşam yine hava kararmasına yakın kuşları kaldırdığımda, o da geldi, karşı dama kondu, kümesi ve diğer kuşları seyretti. Sadece bir kere çok çok hızlı bir şekilde kümesin olduğu bölüme pike yaptı (çekme, takla vs. yok sadece çok yakın geçti). Sonra bastı gitti.
Aradan 1 haftadan fazla zaman geçti dişi kuştan haber yok. Sanırım eski yuvasına döndü artık.
Yavruya ne mi oldu ?. Babası bakıyor. Sürekli yediriyor, koruyor. Yavru yavaş yavaş tüylenmaye başladı, rengi ortaya çıkıyor. Ama yeme düşmesine daha 10 gün var herhalde o yüzden korkuyorum. Baba ne kadar besleyecek merak ediyorum.
Gelişmeleri yazacağım..

18 Eylül 2007 Salı

İngiltere 'den güvercin görüntüleri

Ingiltere 'nin Birmingham Şehrinden bir güvercin severin çektiği video. Ben bu tür güvercin hiç beslemedim. Ama sanırım bizim göneklere benziyor. Elinde böyle kuş olan, besleyen varsa, tecrübelerini burada aktarırsa çok seviniriz.



Müthiş bir şey hiç durmuyorlar. Allah sahibine bağışlasın.

17 Eylül 2007 Pazartesi

Büyükçe Bir Güvercin

Bu güvercinlerden bizde de olsa. Sultanahmet Camii'nin bahçesinde beslesek fena olmazdı. Turistlerin üzerine salıp korkuturduk.

Amcam bunu besleyemeyeceğini anlayınca biraz sinirlendi galiba...

16 Eylül 2007 Pazar

Pelikan ve Güvercin

Pelikanların güvercin yiyebildiği bilmezdim. Martılar çok kovalıyor, benim kuşları yakalayamıyorlar. Yerdeyken dikkatli olmak lazım.


Aklınızda olsun, hem güvercin hem de pelikan besleyemezsiniz.

15 Eylül 2007 Cumartesi

Kanat Kenarında Açık Yara STREPTOCOCCOSIS mi ?

Kanat Kenarında Açık Yara:
Güvercinlerimden bir tanesinde (Mardin Arap, 2007 Mart yavrusu) kanat kenarında açık bir yara var. Kuş durmadan bu bölümü gagalayıp duruyordu. Doğru dürüst uçamıyor, kalkınca inemiyor, ertesi gün geliyordu.(çok oyunlu bir kuş ve en az 2 saat uçuyor).
Bu gagalamalar sonucunda sanırım yarayı patlattı ve yara artık (2 gündür) kanlı bir vaziyette. Ben bu kanlı yarayı görünce farkettim. Baktığımda çok oynanmış, sanki yayılmış bir yağ bezesi gördüm. Tam kanat tüylerinin kökü, kanadın tam kenarı. Yar dışarıdan dikkatli bakıldığında görünebiliyor. Ertesi gün yara biraz daha büyüdü...
Ama kuş rahatlamış görünüyor, çok rahat uçmaya, eskisi gibi gidip gelmeye başladı. Önce ur zannettim ama artık aşağıdaki yazıda anlatılan hastalık olmasından korkuyorum, çünkü tek ayak üstünde daha fazla durmaya başladı. Diğer belirtilerden şu anda pek göremedim. Sadece eşine karşı ilgisi azaldı. 4-5 gündür çiftleşmiyorlar.
Gelişmeleri burada yazacağım, resmini de çekip koymaya çalışacağım.

STREPTOCOCCOSIS
GENEL BİLGİLER

Güvercinlerde Streptococcus gallolyticus adı verilen bir bakterinin neden olduğu hastalıktır. Bu bakterinin değişik tipleri farklı hayvanlarda ve insanda da benzer bir hastalığa neden olmaktadır. Güvercinlerden insana ve diğer hayvanlara bulaşabilen bir hastalıktır. Bu bakımdan hastalığın teşhisi ve tedavisi dikkat ve titizlikle yürütülmelidir. Mikrobun insana bulaşması genellikle hasta kuş dışkılarının bir şekilde insan yiyeceğine bulaşması yolu ile olmaktadır. Kuşun dışkısının elimize bulaşması ve bu elimi yıkamaksızın yiyecek bir şey tutup yemek hastalığın insana bulaşması için yeterlidir. Hastalık insanda ilk başta solunum yolları sorunları olarak kendini gösteri. Daha sonra merkezi sinir sistemine yayılarak etki gösterir.
Bu hastalığın güvercinlerdeki karakteristik göstergesi eklem yerlerindeki iltihaptır. İleri aşamalarda felç ve ölüme neden olabilen bu hastalık, daha çok yavru döneminde ortaya çıkmaktadır. Genç kuşlar hastalıktan daha kolay etkilenmektedirler. Hastalığın bir diğer özelliği de Salmonella hastalığı ile birlikte seyretme eğiliminde olmasıdır.


BELİRTİLERİ

Belirtiler ilk bakışta Salmonellayı andırır. Göz kapakları, ayaklar ve kanatlarda doku yapısı değişiklikleri gözlenebilir. Özellikle ayak ve kanatlardaki eklem yerlerinde iltihaplanma ve dışarıdan görülebilen açık yaralar meydana gelebilir. Bu iltihap ayakta topallamaya, kanatta tutulmaya neden olur. Bazen bu iltihap bel kemiğinde olabilir. Eklem yerleri, itihabın oluştuğu karakteristik yerleridir. Bu durum kuşu zayıflatır ve ağırlık kaybına neden olur. Eklem yerlerindeki iltihaba bağlı olarak felçler oluşabilir.
Kuşta bir tedirginlik ve sinirlilik hali vardır. Devamlı yarayı gagalama eğilimindedir. Mikrop kan dolaşımı yolu ile 24 saat gibi kısa bir sürede bütün vücuda yayılır. Kuşun ateşi 2 ? 3 derece kadar yükselir. Kayıtsızlık başlar, tüyler kabartılır, parlak ışıktan korkma hali görülür. Nefes nefese kalma durumu ve ağzı açıp soluma gözlenir. Hasta kuşlarda yeşilimsi ve çamur gibi ishal, kusma ve kas erimesi vardır. Karın ve bağırsaklar normalden daha fazla şişkin bir durumdadır. Göğüs kaslarında apseler oluşur. Kanın rengi değişir daha koyu ve eflatunumsu bir renk alır. Bu renk karın duvarı boyunca tüyler aralanarak gözlenebilir. Bağırsak içinde ufak boğumlar oluşur. Sonunda ölüm gelir. Bu hastalıkta ölümler çok ani gelişebilir. Hemen ölmeyen kuşlar hastalığın müzmin formunu gösterirler.


BULAŞMA ŞEKLİ

Mikrop beslenme, solunum ve açık yaralar yolu ile vücuda girmektedir. Hasta kuş dışkıları ile kirlenmiş yem ve suların tüketilmesinin yanı sıra bozuk yem yemek de hastalığa neden olabilir. Salmalardaki güvercin tozunun ve dışkı birikiminden kaynaklanan gazların kuşlarımızca solunması ile de hastalık bulaşabilir. Ayrıca vücuttaki açık yaralardan hastalık mikrobunu kapmak mümkündür. Özet olarak hijyenik koşulları yerine getirdiğimizde hastalıktan korunmak büyük olasılıkla mümkündür. Hastalığın kesin tanısı kan analizi ve kadavra incelemesi ile yapılmaktadır.


TEDAVİ VE KULLANILABİLECEK İLAÇLAR

Bakteri kökenli bir hastalık olduğu için antibiyotiklerle tedavisi mümkündür. Tedavide Tetracyline ve Furazolidon etken maddeli ilaçlar kullanılmaktadır.

GEOSOL TOZ
Oxytetracyline etken maddeli bir ilaçtır. Vetaş ilaç firmasının bir üretimi olup, veteriner ilaçları satan eczane ve ecza depolarında bulunur. Ticari şekli 20 ve 100 gr?lık kavanozlar halindedir. Güvercinler için 2 litre içme suyuna yarım ölçek karıştırılarak kullanılabilir. İlaç 5 gün süre ile uygulanır.

FURAVET TOZ
Vilsan ilaç firmasının bir üretimidir. İlaç toz şeklinde olup her gramı 250 mg Neomcine ve 200 mg Furazolidon bulundurur. İlaç piyasada 20 ve 100 gramlık ambalajlar halinde satılmaktadır. Bu ilaç kombinasyonu geniş etkili bir anti - bakteriyeldir. Kanatlı hayvanlarla birlikte güvercinlerde de kullanılabilir. Güvercinlerin Stereptococcosis, Salmonella, E.Coli, Pasteurelosis ( kolera ) ve CRD gibi bakteriyel hastalıklarına iyi gelir. Güvercinler için kullanılabilecek doz, 2 litre içme suyuna yarım gram ilaç koyarak tedaviye her gün yenilenecek sularla 5 gün kadar devam etmektir.

TERRAMYCİN DERİ MERHEMİ
Oksitetracycline HCL etken maddeli ve antibakteriyel etkili bir deri merhemidir. İnsanlar için üretilmiş olan bu ilaç güvercinlerin açık yaralarında da kullanılabilir. Günde 1 ? 2 kez yara üzerine sürülebilir.



Araştıran ve Yazan : Yavuz İşçen
E.Mail : boletus@mynet.com

13 Eylül 2007 Perşembe

Güvercinler Yönlerini Nasıl Buluyorlar ?



UÇURDUĞUMUZ GÜVERCİN YA GERİ DÖNMEZSE ?


Güvercin yetiştirenler için bu işin en önemli yanı kuşlarının uçuş performansıdır. Kendi kuşları ile özdeşleşmiş bir çok kuşçu tanıyorum. Kuşları ile birlikte aynı kümeste yattığı için gazetelere haber olanların yanı sıra, bir çift güvercin için ufak çaplı servet ödeyenler hiç de az değil.

Kısa sürede bir yaşam biçimine dönüşen bu tutku, zamanla hep daha iyi kuşlara sahip olabilmek uğruna verilen uzun bir uğraş haline geliyor.

Peki bu derece değer verdiğiniz güvercininizin uçurduğunuzda yuvasına geri gelemeyeceğini bilseydiniz ne yapardınız ? Bu konuda en ufak bir şüpheniz olsaydı kuşunuzu uçurur muydunuz ?

Sanırım böyle bir şey olsaydı kimse güvercin uçurmaz hatta beslemezdi. Güvercin belki de bir kafes kuşu olarak alınıp satılır, kuş satın alınacağı zaman sadece renksel ve şekilsel bazı özelliklere bakılır, uçuş performansı gibi bir kavram hiç olmazdı. Bu aslında bildiğimiz anlamda güvercin yetiştiriciliğinin de sanırım sonu olurdu. Neyse ki, bütün güvercin yetiştiricileri uçurdukları kuşlarının yuvalarına geri döneceğinden adları gibi emindirler. Bazen çeşitli nedenlerle istisnai bazı durumlar yaşansa bile, bir güvercin uçtuktan sonra mutlaka yuvasına geri dönmektedir. Evcil güvercinlerle ilk tanıştığım ortaokul yıllarımda beni ilk etkileyen özellik, uçurduğum kuşların yuvalarına geri dönmeleri olmuştu. Uzunca bir süre neden kaçıp gitmediklerine ya da kaybolmadıklarına hayret etmiştim. Güvercinlerim gökyüzünde nokta gibi gözüküyor ve sonra da onları gözle göremez oluyordum. Eminim o yükseklikten bütün Ankara’yı ve çevresini çok rahat bir şekilde görebiliyorlardı. Daha sonra alçalıyor ve benim balkonumu bulup yuvalarına geri gelmeyi becerebiliyorlardı. Gerçekten de hayret vericiydi.

GÜVERCİNLER YÖNLERİNİ NASIL BULUYORLAR ?

Güvercini diğer bir çok canlıdan ayıran en önemli özellik, kanımca yuvasına ve eşine olan bağlılığı ile çok gelişmiş olan yön bulma yeteneğidir. Acaba güvercinler bu özelliklerini neye borçlular ? Nasıl olup da şaşmaz bir şekilde yönlerini bulabiliyorlar ? Bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bir çok bilim insanı bu konuda araştırmalar ve deneyler yapmıştır. İlk önceleri, kuşların yer şekillerini, binaları vb noktaları akıllarında tuttukları ve yönlerini bunlara göre belirledikleri düşünülmekteydi. Yapılan bazı deneyler bu düşüncenin yanlış olduğunu ortaya çıkarttı. Güvercinlerin gözlerine etrafı görmelerini engelleyen lensler takılarak yapılan bir deneyde, kuşlar bir tür kör edildiler. Daha sonra yuvalarından oldukça uzağa götürülüp uçuruldular. Bu durumda bile güvercinlerin bir çoğunun yuvalarına geri geldiği gözlendi. Bunun üzerine daha farklı varsayımlar üzerinde durulmaya başlandı. Aslında kuşların güneş ve yıldızlara bakarak yön belirledikleri görüşü uzun bir zamandır araştırılmaktaydı. Bu konuda yapılan bazı deneyler bu görüşü destekler doğrultudaydı. Özellikle posta güvercinleri ile çeşitli deneyler yürütülüyordu. Bu kuşların uzun yolları kat edip geri gelmeleri üzerinde duran bilim insanları kuşların güneşe göre yön belirlediklerini saptadılar.

GÜNEŞE VE YILDIZLARA GÖRE YÖN BULMA

Bu konuda ilk kez ortaya görüş süren Alman kuş bilimci ( ornitolog ) Kramer olmuştur. Gündüzleri göç eden kuşlardan olan bir sığırcık ( Sturnus vulgaris ) ile yaptığı bir deneyde, sığırcığı etrafını aynalar ile kapattığı bir deney kafesine koymuştur. Aynalar öyle bir konumda yerleştirilmişlerdir ki kuş güneşten başka bir şey görememektedir. Kramer aynaların konumu ile oynayabilmektedir. Böylece aynaların konumunu değiştirerek güneşin durumunu istediği gibi değiştirebiliyordu. Aynaları her oynayışında sığırcığın güneşe göre aynı konumunu koruyabilmek için aynanın oynatıldığı ölçüde sürekli yer değiştirdiğini fark etti. Bunun üzerine aynı deneyi farklı bir biçimde tekrarladı. Bu sefer kuş, kapalı bir ortamda güneşi görmeksizin aynı deneye tabi tutuldu. Bu deney sonrası kuş yön duygusunu tamamen yitirdi. Yaptığı benzer deneyler sonucu Kramer, kuşların güneşin kendi yörüngesi üzerindeki hareketini fark ettiklerini, buna bağlı olarak konumlarını belirleyebildikleri sonucuna vardı. Özellikle gece de göçlerini sürdüren bazı kuş türleri üzerinde yapılan araştırmalar ise, bu kuşların yönlerini yıldızlara bakarak saptayabildiklerini ortaya çıkarttı. Ancak burada kuşlar eski gemiciler gibi kutup yıldızına bakıp ya da herhangi bir yıldıza bakıp yön belirlemiyorlar, gökyüzünün genel konumuna göre yön tayin ediyorlardı. Sarıasma ( Oriolus oriolus ) kuşları, yapay bir ortamda sonbahar gökyüzü görünümü altında yetiştirilmişlerdir. Bu kuşların sonradan yapılan deneylerde bu yapay gökyüzüne göre yönlerini bulabildikleri saptanmıştır.

GÜVERCİNLER DÜNYANIN MANYETİK ALANINI KULLANIYOR

Yukarıda anlatılanlara benzer şekilde yapılan bir çok deney, kuşların gökyüzüne bakarak güneş ve yıldızların konumuna göre yön saptayabildiklerini göstermiştir. Ancak gözleri lensle kapatılan güvercinlerin de yönlerini bulabilmiş olması veya gece göç eden kuşların kapalı havalarda yönlerini şaşırmamış olmaları gibi durumlar kuşların farklı bir yön bulma mekanizmasını da kullandıklarını göstermektedir. Peki bu mekanizma ne olabilir? Yapılan araştırmalar, dünyanın manyetik alanının kuşlar tarafından yön bulmak amacı ile kullanıldığını ortaya çıkartmıştır. Kuşlar yer kürenin manyetik alanından yararlanarak yön bulma yetisi geliştirmişlerdir. Kuşların bir çoğu Manyereseptör adı verilen manyetik alan algılayıcı bir sisteme sahiptirler. Bu sistem sayesinde kuşlar göç sırasında ya da uçurulduklarında dünyanın değişen manyetik alanını hissederek yönlerini belirleyebilmektedirler. Deneyler, göçmen kuşların manyetik alandaki %2’lik bir değişimi bile algıladıklarını göstermiştir. Özetle kuşların içinde bir tür pusula bulunmaktadır. Hayvanların yön bulmada dünyanın manyetik alanını kullandıkları görüşü, ilk kez Rus doğa bilimci Middendrof tarafından 1947 yılında ortaya atılmıştır. Dünyadaki manyetik alan, yer kürenin çekirdeğinde erimiş halde bulunan ve hareketli olan demirden kaynaklanmaktadır. Bu manyetik alan, yer kürenin içinden, okyanuslardan ve atmosferden geçerek bir kutuptan diğerine ulaşan oval biçimli akış çizgileri şeklindedir. Bu aynı bir mıknatısın kutupları arasına demir tozları serpiştirildiğinde oluşan çizgilere benzemektedir. Gözle görünmeyen ancak varlığı deneylerle saptanabilen bu manyetik alandan esinlenerek, yön bulmaya yarayan pusula dediğimiz aletler icat edilmiştir. Pusulanın ibresi hep bu manyetik alan çizgilerine paralel konumda durur ve dolayısıyla bize hep kutupları işaret eder. Bizler ancak bir pusula yardımı ile bu doğrultuları saptayabilirken acaba kuşlar bunu nasıl becermektedirler ? Kuşların iç pusulası nasıl çalışmaktadır ?

KUŞLARIN İÇ PUSULASI

Kuşların Manyereseptör ( manyetik alan algılayıcı ) bir sisteme sahip olduğunun düşünülmesi üzerine, bu konuda araştırmalar yoğunlaştı. Bu varsayımı doğrulamak için iki Amerikalı araştırmacı olan Walcot ve Keeton çeşitli deneyler yaptılar. Uzaklardan uçurulduklarında yönlerini kolaylıkla bulabilen bir dizi güvercin üzerinde yürütülen bu deneylerde, ilk olarak güvercinlerin üzerine küçük bir mıknatıs bağlandı. Bu şartlarda uzaktan bırakılan güvercinlerin yönlerini tamamen şaşırdıkları gözlendi. Kuşlara bağlanan mıknatısın kuşların iç pusulası üzerinde saptırıcı etki yaptığının saptanması, aynı zamanda böyle bir sistemin varlığını da kanıtlamaktaydı. Bu olayın belirlenmesi üzerine bu doğrultudaki araştırmalar hız kazandı. Bugün, jeomanyetik alandaki değişmelerin, güneşteki patlamalar ve bazı değişikliklerin yeryüzündeki biyolojik sistemleri olumsuz etkilediğini bilmekteyiz. Jeomanyetik fırtınaya yakalanan bazı güvercinlerin yönlerini şaşırdıkları gözlenmiştir. Bu tür değişimlerin özellikle göçmen kuşların göç yollarını şaşırmasından, balinaların karaya vurmasına kadar bir çok değişime yol açtığı bilinmektedir.

MANYERESEPTÖR NASIL ÇALIŞMAKTADIR ?

Yeryüzündeki manyetik akım çizgileri, jeomanyetik ekvatorda yatay durumdayken, kuzeye ve güneye doğru gidildikçe daha dik açılarla kesişir konuma gelir. Alanın şiddeti kutuplara yaklaşıldıkça artar. Ekvatorda ise daha zayıftır. Dünyada yaşayan bazı canlıların bu alanın şiddetini ve eğim açısını saptayabilen Manyereseptör adı verilen alıcılara sahip olduğu deneylerle belirlenmiştir. Bu alıcılara sahip canlıların bu sistemi yer küre üzerinde alan bulmakta kullandıkları saptanmıştır. Bu tür alıcılara sahip olan canlılar arasında bazı mikroorganizmalar, kuşlar, balinalar, bazı balıklar bulunmaktadır. Bir tür iç pusula olarak adlandırabileceğimiz bu sistem, güvercinlerde sinir sistemine yuvalanmış küçük manyetik mineral birikimleri ile sağlanmaktadır. Güvercinlerin kafatasları ile beyinleri arasında bulunan bu ferromanyetik tanecikler, yerin manyetik alanına karşı duyarlı birimlerdir. Pusulanın ibresi gibi düşünebileceğimiz bu mineral tanecikleri, yeryüzünün manyetik alanındaki değişimlerden etkilenmekte ve ilişikte bulundukları sinir hücrelerinde bir implus ( uyarı ) meydana getirmektedirler. Bu impluslar sinir sistemi aracılığı ile beyine iletilmekte ve güvercin gerekli hareketleri gerçekleştirmektedir. Amerikalı araştırmacılar olan Walcot ve Keeton bu konuda yaptıkları bir deneyde, her tarafı kapalı bir kafes içine koydukları saka kuşunu ( Carduelis carduelis ) Helmholtz bobini olarak adlandırılan manyetik alan yaratıcı bir sistemin merkezine yerleştirdiler. Bu sistem sayesinde manyetik alanın yoğunluğunu değiştirmeksizin alanın yönünü değiştirmek olanaklıydı. Alanın yönünü sürekli değiştirerek saka kuşunun davranışlarını gözlediler. Saka kuşu manyetik alanın yönü her değiştirildiğinde kendini yeni yöne göre ayarlıyordu. Bütün bu araştırmalar kuşların manyetik alandan yararlandığını ortaya koymaktadır.

SİSTEMİN YANILGI NOKTALARI

Bu sistem çok mükemmel gibi görünse de bazen yanılmaktadır. Özellikle manyetik alanı algılayamayacak şekilde uzaktan bırakılma, “lokal manyetik anormaller” olarak adlandırabileceğimiz demir yatakları, madenler, jeomanyetik alandaki değişime neden olan olaylar, fırtınalar hatta güneşteki patlamalar bile sistemin aksamasına neden olabilmektedir. Neyse ki, kuşlar sadece bu sistemden yararlanarak yön belirlememektedirler. Aslında kuşlar yön bulmakta güneş ve yıldızların konumlarını da kullanmaktadırlar. Bu nedenle esasen iki tane iç pusuladan bahsetmek belki de daha doğru olacaktır. Yeryüzünün manyetik alanının yön belirlemede kullanılmasını sağlayan bu sistem göçmen kuşların tümünde hatta bütün kuşlarda varmış gibi görünmektedir. Ancak her kuşun bu sistemi kullanma şekli farklıdır. Her iki sistemin ( pusulanın ) birbiri ile çeliştiği durumlarla da karşılaşılmaktadır. Hangi pusulanın kullanılacağı kuş türüne ve göç yollarına göre değişmektedir. Düzenli olarak yükseklerde uçan kuşlarda yıldız sistemi daha öncelikli kullanıldığı sanılmakla birlikte, çelişkili durumlarda manyetik pusulanın ön planda geçtiği düşünülmektedir. Bu konuda Bozötleğen ( Sylvia borin ) kuşlarının yavruları ile yapılan bir deneyde, kuşlar aynı yapay yıldız görüntülerinin bulunduğu iki farklı ortamda yetiştirilmişlerdir. Ortamlardan birinde manyetik alan bulunmakta, diğerinde ise bulunmamaktadır. Büyüyen kuşlar daha sonra doğaya salıverilmişlerdir. Manyetik alan bulunan ortamda yetiştirilenler doğru yöne yönelirlerken, manyetik alan bulunmayan ortamda yetiştirilenler yanlış yöne yönelmişlerdir. Deney sonuçları kuşların çelişkiye düştükleri durumlarda manyetik bilginin, yıldızlardan gelen bilginin önüne geçtiğini göstermektedir. Ancak son yıllarda bu konuda yepyeni teoriler ortaya atılmıştır. Posta güvercinleri ile yapılan deneyler, bu güvercinlerin yukarıda aktardığımız sistemlerin yanı sıra farklı bazı sistemleri daha kullandıklarını ortaya koymaktadır.

KOKU TEORİSİ

1947 yılında geliştirilen manyetik alan varsayımı uzun yıllar genel kabul görmüştür. Ancak son dönemde bu konuda yeni bir varsayım daha ortaya atılmıştır. Bu varsayıma göre güvercinler, koku duyguları sayesinde hedeflerine ulaşabilmektedirler. Koku varsayımı ilk kez 1972 yılında F. Papi tarafından ileri sürülmüş ve 1980 yılında Almanya’da Hans Wallraff tarafından hafifçe değiştirilerek son halini almıştır. Bu varsayıma göre her coğrafi bölgenin uçucu maddelerden oluşan kendine özgü bir kokusu vardır. Yapılan araştırmalar güvercinlerin yön bulmasına yarayan kokuların havada aeresol halinde değil, molekül halinde bulunduklarını ortaya çıkartmıştır. Posta güvercinlerinin bu kokuları tek tek tanıdıkları düşünülmektedir. Bu güvercinlerin yavrularının bile farklı yönden esen rüzgarların, farklı kokular taşıdığını daha uçmaya başlamadan öğrendiği ve yaşadığı bölgenin bir koku haritasını çıkarttığı kabul edilmektedir. Uçmaya başladıktan sonra ise, farklı bölgelerin kokularının bu haritaya ilave edilerek haritanın geliştirildiği varsayılmaktadır. Bu konuda bir çok deney yapılmakta ve varsayım desteklenmeye çalışılmaktadır. Özellikle koku alma duyuları geçici olarak köreltilen güvercinlerin tanımadıkları bir bölgeden geri dönemedikleri gözlenmiştir. Ancak bölgeyi önceden tanıyorlarsa geri gelebilmektedirler. Bugün koku varsayımı genel olarak kabul edilen bir görüş durumundadır. Ancak diğer yön bulma yetileri ile birlikte ve duruma göre kullanıldığı düşünülmektedir. Bu konudaki çalışmalar ve araştırmalar devam etmektedir.

ARAŞTIRAN VE DERLEYEN
YAVUZ İŞÇEN / ANKARA
MART 2004
E-MAİL : boletus@mynet.com